Türkiye’nin yeni anayasasının hazırlanma sürecinde üzerinde en fazla tartışılacak konuların başında, vatandaşlığın nasıl tanımlanacağı ve Türk ve Sünni olmayan kesimlerin taleplerinin nasıl karşılanacağı geliyor.
Dilek Kurban
Agos 21/09/2007
Zorunlu din dersi eğitimi, Diyanet İşleri Başkanlığı, vatandaşlığın tanımı, eğitim ve öğretim dili gibi konularda yapılacak değişiklikler, devletin çeşitli grupların dile getirdiği talepleri ne derece ‘duyduğu’nu gösterecek. Öte yandan, Avrupa Birliği sürecinde son yıllarda baş döndürücü bir değişimin yaşandığı, ancak aslında vatandaşlık politikaları açısından pek de bir şeyin değişmediği bir zamanda, içinde bulunduğumuz geçiş döneminde asıl ilginç olan belki de, azınlıklardan çıkan ‘ses’in kendisi.
Cumhuriyet dönemi boyunca kimlikleri yok sayılan veya zorla değiştirilmeye çalışılan topluluklar, son yıllarda seslerini daha fazla duyurur oldular. Aleviler gibi çok ve örgütlü olanların sesi daha fazla çıkarken, Keldaniler gibi az ve güçsüz olanların sesi ancak onları duymak istediğimizde ulaşıyor bize. Talepleri ve pozisyonları birbirleri ile çelişen çeşitli örgütler Alevileri kendilerinin temsil ettiğine kamuoyunu inandırmaya çalışırken, sayıları 1000’in altında olan ve toplumun büyük bir kısmının isimlerini dahi duymadığı Keldaniler, seslerini duyuracak bir temsil mekanizmasından yoksunlar.
Öte yandan, bu haftaki yazılarda görüldüğü üzere, güçleri, örgütlülükleri ve görünürlükleri farklı olan bu ve diğer grupların arasında bazı ortak paydalar da görmek mümkün. Örneğin, gerek Aleviler gerekse Keldaniler için ‘azınlık’ olmadıklarını vurgulamalarının çok önemli olduğu anlaşılıyor. Bu ülkenin yasaları önünde resmen azınlık olan Ermeni, Rum ve Yahudilerin Lozan ile kendilerine verilen azınlık hakları uğruna ödedikleri yüksek bedel göz önüne alındığında, diğer grupların neden azınlık olmak istemediklerini anlamak zor değil. Türkiye’de azınlık olmak, ikinci sınıf vatandaşlık ile eş tutulmuştur; hem devletin hem toplumun gözünde. Dolayısıyla, resmi azınlıklarla aynı kaderi paylaşma korkusu ile hareket eden diğer grupların neden azınlık statüsü istemedikleri açık.
Ancak, tutarlı ve haklı değil. Tutarlı değil, çünkü bu gruplar bir yandan azınlık olmayı reddederken diğer yandan aslında devletten azınlık hakları talep ediyorlar. Anadilde eğitim, kiliseler ve cem evleri için devlet bütçesinden ödenek ayrılması, anadilde devlet televizyon ve radyolarından yayın yapılması gibi talepler, bütün vatandaşlara tanınan evrensel haklar değil, dinleri, dilleri, etnik kökenleri nedeniyle çoğunluktan farklı olan toplumsal kesimlere tanınan ‘özel’ haklar, yani azınlık haklarıdır. Haklı değil, çünkü Kürt, Alevi, Keldani ve diğerleri azınlık olmadıklarını vurgulamak için çaba gösterdikçe, Ermeni, Rum ve Yahudiler ile aralarına mesafe koymuş olmakla kalmıyor, yakındıkları devlet politikalarını meşrulaştırmış ve hatta benimsemiş oluyorlar. Oysa mağdurların ve ezilenlerin resmi söylemi içselleştirmek yerine alternatif muhalif bir söylem üretmeleri daha anlamlı, siyaseten ahlaklı ve dayanışmacı bir tutum olur. Aleviler, Keldaniler ve diğerleri için başlangıç noktasının “hepimiz azınlığız” olması gerekir belki de. Sadece zaten gerçekten azınlık oldukları için değil, ‘azınlık’ kavramını resmi söylemin yüklediği ayrımcı söylemden arındırarak pozitif yönde dönüştürmek için…
|