Avrupa Birliği’nin konuya verdiği önem takdire şayan. Gerçekten de, her sene yayımlanan raporlarda gayrimüslim vakıfların mülkiyet sorunu ele alınıyor, sorunun Türkiye hükümetinin gündeminden düşmesi engelleniyor. Öte yandan, Vakıflar Kanunu tasarısı, mevcut hali ile, cemaat vakıflarının mülkiyet sorununu çözmeye yetecek mi? Bu sorunun yanıtının olumsuz olduğunu, gayrimüslim cemaatlerin temsilcileri gerek hükümet gerekse Avrupa Komisyonu’na çeşitli kereler iletmiş. Ancak öyle anlaşılıyor ki, AK Parti hükümeti kat ettiği ilerlemeden fazlasını yapmaya razı (veya muktedir?) değil ve Avrupa Birliği de bu konuda hükümetin daha fazla üzerine gitmek istemiyor.
Oysa, Vakıflar Kanunu tasarısı, bazı olumlu düzenlemeleri içermesine rağmen, gayrimüslimlerin yıllardır sistematik olarak ihlal edilen mülkiyet haklarının yeniden tesisi için atılması gereken en temel adımları öngörmüyor. Bu adımların hangileri olduğuna geçmeden önce, sorunun ne olduğunu kısaca hatırlayalım. Devletin, yaklaşık yarım asırdır gayrimüslim vakıflara ait mallar üzerinde VGM vasıtası ile kurduğu tahakküm iki temel şekilde gerçekleşiyor.
Birincisi, VGM, yaklaşık son yarım asırdır, gayrimüslim cemaat vakıflarının 1936’dan sonra yasal yollarla elde ettiği taşınmaz mallara, bu malların 1936’da beyan edilen mallar arasında yer almadıkları gerekçesiyle hukukdışı bir uygulama ile el koydu. 1936 Beyannamesi olarak bilinen listeler, cemaat vakıflarının devletin 1935 tarihli Vakıflar Kanunu altında yaptığı çağrı uyarınca deklare ettikleri taşınmaz malların listeleriydi. Yani, gayrimüslim vatandaşlar, kendi devletlerinin çağrısına uyarak sahip oldukları taşınmazları kayıtlara geçirilmeleri için beyan etmişti. Yeni kurulan cumhuriyet, tapu kayıtlarını düzenlemek istiyordu. Bundan daha doğal ne olabilirdi? Yıllar geçer. Bu listeyi hem devlet hem vakıflar unutur. Ya da öyle sanılır. 1960’lara gelindiğinde, Kıbrıs sorunu çıkmıştır. Yunanistan’a duyulan öfke, hem toplum hem devlet tarafından Türkiye’nin Rum vatandaşlarına yöneltilmektedir. 6-7 Eylül Olayları’nın acısı tazedir. Çok sayıda gayrimüslim korkudan Türkiye’yi terk etmiştir. Kalan Rumlardan Yunanistan pasaportu taşıyanlar ise, 1964’de sınır dışı edilmiştir. Ama yetmez. Hâlâ kendi vatanlarında kalmakta direnen Rumlar ve diğer gayrimüslimler vardır. Bunlardan kurtulmanın bir yolu olmalıdır. Bürokratlarımızın zihninde bir ampul yanar. 1936 Beyannamesi tozlu raflardan indirilir, ve denir ki: “ey cemaat vakıfları, bu liste sizin vakfiyenizdir. 1935’e kadar edindiğiniz mallar sizindir. O günden beri edindikleriniz ise bizim.” Böylece gayrimüslim vakıfların yasal yollarla edindikleri mallara devlet yasadışı bir uygulama ile el koymaya başlar. Acınası olan, Lozan Antlaşması’nı, anayasayı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hiçe sayan bu hukuk dışı uygulamaya, 1974 tarihli yüz kızartıcı kararı ile Yargıtay Genel Kurulu’nun da yasal meşruiyet kazandırmasıdır. Önce Hazine’ye geçen malların büyük çoğunluğu, zaman içinde üçüncü şahıslara satılır. Yani devlet, kendi vatandaşının özel mülküne el koyar, başkalarına satarak üzerinden rant sağlar.
İkincisi, yine VGM, yine dahiyane bir yasal yaratıcılık örneği ile, bu sefer bir yasa maddesini asıl amacına aykırı olarak yorumlar, bu yorumunu hem idari hem yargı kurumlarına kabul ettirir. Malum, Türkiye’de yasaların doğru yorumu ve uygulaması, bürokratlara düşer. Kısa süre önce yürürlükten kalkan 2672 sayılı Vakıflar Kanunu Madde 1(d), “kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış vakıflar”ın VGM tarafından yönetileceğini öngörürdü. Bu madde aslında, Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926’dan önce var olan vakıflara istinaden düzenlenmişti. Ama olsun canım, yasa dediğin nedir ki? Azıcık bükersin, olur biter. VGM kalkar, cemaati kalmamış kiliseleri, öğrencisi olmayan okulları tespit eder, “bunların artık fiili işlevi kalmamıştır” diye hükmeder, onları “mazbut vakıf” ilan eder. Yani artık o vakıflardan devlet sorumludur. Biraz geri alalım. O kiliselerin cemaatleri, o okulların öğrencileri neden kalmamıştır? 6-7 Eylül ile, 1964 ile ilişkili olmasın bu durum? Ne dâhiyane, değil mi? Sen önce kendi vatandaşına linç uygula(t), onu sınırdışı et. Sonra arkasında bıraktığı mallara artık işlevi kalmadıkları için el koy. Ayrıca, bir kilisenin ‘hayri hizmeti’ ne zaman biter? Kutsal mekanlar, hiç cemaatleri kalmasa bile kutsal değil midir? Kudüs’ten bütün Müslüman Filistinliler ‘temizlense’, Al Aksa Camii’nin işlevi kalmamış mı olacak?
Sezar’ın hakkı Sezar’a. AK Parti, Avrupa Birliği sürecinde, cemaat vakıflarının mülkiyet sorunlarının çözümü yolunda önemli adımlar attı. Her şeyden önce, bu vakıflar artık mal alma, satma, kiralama hakkına sahip (tabii, bu da var. Önceden kendi mallarını kiralayamıyor, onaramıyor, satamıyorlardı. Anayasa’da mülkiyet hakkı güvence altına alınıyor tabii. Ama ne derler? “Herkes eşittir ama bazıları (Müslümanlar) daha eşittir”). Bir devletin, kendi vatandaşlarının anayasal haklarından yararlanmalarını sağlamak için özel yasal düzenleme yapmak zorunda olması bir yana, yine de cemaat vakıfları bugün eskiye kıyaslandığında daha iyi durumdalar.
Ancak, asıl mesele tasarruflarında olan malları kullanabilmeleri değil. Asıl mesele, ellerinden alınan malların iadesi veya tazmini. Bir de tabii, VGM’nin ‘mazbut vakıf’ uygulaması ile mallarını ellerinden almaya devam etmesinin engellenmesi. Şimdi Meclis’teki Vakıflar Kanunu’na dönelim. Bu iki temel soruna çözüm getiriliyor mu? Birincisine kısmen. Halen devletin elinde olan mallar iade edilecek. Ancak el konulan malların büyük çoğunluğu üçüncü şahısların elinde. Ya onların iadesi veya tazmini? AK Parti’nin bu soruya yanıtı: “size bir bardak su verelim.” İkinci meseleye gelelim: Mazbut vakıf uygulamasına aynen devam. VGM cemaat vakıfları mazbataya almaya devam edebileceği gibi, önceden mazbataya alınmış olanları asıl sahiplerine iade etmekle yükümlü değil. Yani Meclis, VGM’ye yaptığı hukuksuzluğa devam etmesi için yeşil ışık yakıyor.
VGM cevval; yeşil ışığı anında görüyor. Bu güzide bürokrasimizin en son icraatına bakalım. Edirnekapı’daki Aya Yorgi Rum Kilisesi, 1991’de VGM tarafından kilisede ayin yapılmadığı ve cemaati kalmadığı gerekçesiyle mazbataya alınmış. Oysa, Rum Patrikhanesi yetkilileri, o tarihte kilisenin 50’ye yakın cemaati olduğunu belirtiyor. E, bir kilisenin cemaatinin kaç kişi olması gerektiğini VGM herhalde Patrikhane’den daha iyi bilir. Eskiden kilise vakfına ait bir de okul varmış: Edirnekapı Rum Karma İlkokulu. 1991’de her ikisi de ‘devlet güvencesi’ne alınmış. Rum Patrikhanesi’ne güvenilmez tabii. Devletimiz okul ve kilisenin binalarını en iyi şekilde korur. Korumuş da nitekim; VGM, Mayıs 2007’de, kilise ile aynı bahçede olan ilkokula ait binayı, üçüncü şahsa kiralamış. Ne amaçla? Kıraathane ve bilardo salonu olarak kullanılması amacıyla. İşletmeci kolları sıvamış; tarihi binanın pencerelerine tuğla örmüş, içine beton dökmüş, ehil olmayan ustalara onarım yaptırmış.
Kıraathane ve bilardo salonu, bir okul binası için uygun bir ‘hayri işlev’ midir? Oysa, Rum Patrikhanesi Metropoliti Sayın Meliton’un belirttiği gibi, Milli Eğitim Bakanlığı okul binalarının eğitim dışında amaçlar için kullanılmasını yasaklamıştır, alkollü içki ruhsatı almak için ise en yakın ibadethanelerden ve okullardan asgari uzaklık gerekmektedir. O nedenle, Balyanlar’ın yaptığı güzelim Ortaköy Camii’nin bulunduğu Ortaköy Meydanı’nda içki içilemiyor ya. Bu yasaklar, sadece Müslüman çocukların gittiği okullar, Müslümanların ibadet ettiği camiler için mi? Gayrimüslimlere reva olan, onların okullarında, kilise bahçelerinde kumar oynanması, içki içilmesi mi? Patrikhane, 21 Mayıs 2007 tarihli mektubunda, konuyu İstanbul Valiliği’nin bilgisine sunmuş. Mektupta şöyle deniyor: “Aya Yorgi Kilisesi’nin tarihi yaklaşık 200 yıllıktır... Edirnekapı surlarının ve Kariye Müzesinin hemen yanında bulunan bu bölge uzun zaman içinde ciddi bir turizm bölgesi olacaktır. 2010 yılı Avrupa’nın kültür başkenti olacak kentimizde bir an önce yardıma muhtaç olan bu tarihi dokuların onarılması ve amaçlarına uygun olarak kullanılması esas iken, idarenin bu tasarrufu hakkaniyete, hukuk kurallarına, uluslararası sözleşmelere aykırı davranmaktadır.”
Anlaşılan İstanbul Valiliği’nin kulakları bu sese tıkalı. Baksanıza aradan yaklaşık altı ay geçmiş, değişen bir şey yok. Bu arada Vakıflar Kanunu meclisten geçti geçecek. AK Parti de memnun, Avrupa Birliği de. Türkiye Avrupa Birliği yolunda hızla ilerliyor. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti... Daha ne isteriz? Gayrimüslimlere düşen, seslerini çıkartmayıp ellerindekine razı olmaktır. Vatan sevgisi bunu gerektirir...
Dilek Kurban
Agos 09/11
|