Avukat Kezban Hatemi, TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen yeni Vakıflar Yasası’nı Agos için yorumladı
Yasanın veto edilmiş hali ile müspet hiçbir değişiklik yapılmadan komisyondan geçmesi sürpriz olmadı.
Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden kanunlaşarak çıkan ve cumhurbaşkanı tarafından veto edilen 5555 sayılı Yeni Vakıflar Kanunu’nda da yer alan düzenlemeler, mevcut anayasa ve uluslararası hukukla bağdaşmaz niteliktedir.
Cemaatler açısından yeni mal edinmede birtakım kolaylıklar sağlanmakla birlikte, mazbataya alınma yöntemi ve mazbut vakıf kavramı yeni kanunda devam etmektedir.
Bu husus, Lozan Antlaşması ve uluslararası hukuka aykırıdır.
Zapt etme usulü devam ettiğine göre, zapt edilen taşınmazlardan zaptın kaldırılması da söz konusu olmayacaktır.
Oysa, zapt edilen vakıf taşınmazlarının da cemaatlere iadesi gerekirdi.
Cemaat vakıfları için mazbataya alma usulünün devam ettirilmesi, Lozan Antlaşması ve dolayısı ile anayasanın 90. maddesi gereğince, anayasaya aykırı bir düzenlemedir.
Kanunun 2. maddesinin son fıkrası, mütekabiliyet ilkesini cemaat vakıfları için kanuna getirmekle, önceki mevzuatta yer almayan açık ve vahim bir anayasaya aykırılığa sebep olmuştur. Cemaat vakıfları için mütekabiliyet şartı aranması görüşü önce Yargıtay içtihadında belirmiş ise de cemaat vakıfları ‘yabancı vakıf’ olmadığı için yanlışlığı anlaşılan bu görüş 1974’ten itibaren terk edilmiştir. Şimdi, aradan otuz yıldan fazla bir süre geçtikten sonra bu yanlış görüşe yeni kanunda yer verilmesi, anayasaya aykırıdır.
Kanunun geçici 7. maddesinde, cemaat vakıflarının iade edilecek malları sayılırken önce 1936 beyannamelerinde zikredilen ve halen ellerinden bir yargı kararı ile alınmamış namı-müstear veya na-mı mevhumlar adına kayıtlı mallar zikredilmektedir. “Halen tasarruflarında bulunan mallar” dendiğine göre, arada yargı kararı ile vakıfların tasarruflarından çıkarılmış olan bu gibi taşınmazlar, 1936 beyannamesinde zikredilmiş olsalar dahi, iade edilmeyeceklerdir. Bu da doğru değildir.
Yine, yukarıdaki geçici 7. maddenin ‘b’ bendinde, 1936 beyannamesinden sonra satın alınan, vasiyet edilen veya bağışlanan taşınmazların birçoğunun da, yeni uyum yasaları ve yeni bir vakıflar kanunu çıkarılması gerektiğinin anlaşıldığı tarihten itibaren, bizzat VGM tarafından, garip bir şekilde cemaat vakıflarına dava açılarak satan veya bağışlayan yahut vasiyet eden adına kayıt tashihleri sağlanmıştır. Şimdi, maddeden anlaşıldığına göre, bunlar hakkında böyle bir kayıt tashihi yapılmış olsa dahi bunların –geçici madde 7/b’de “halen tasarruflarında bulunan” ibaresi yer almadığına göre– kayıt düzeltilmesi ilamlarına rağmen, zilyetlikleri ellerinde olmasa bile, iade edilmeleri gerekmektedir. Ancak burada da, 3. şahıslara idare meclisi kararı ile VGM veya hazine tarafından devredilip elden çıkartılmış olanların iade veya tazminine dair bir kural yoktur.
Anayasanın 90. maddesine getirilen ek cümle ile, bu konuda milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır kuralına da aykırılık oluşturmaktadır.
Maalesef cemaatlerin sorunlarının çözüleceği ümidi ile kanunlaşmasını bekledikleri Vakıflar Kanunu, kısa bir süre önce anayasaya getirilen bu bağlayıcı ve üstün kuralı hiç nazara almayarak, anayasaya aykırılık bakımından eski düzenlemeden de aşırı giden bir düzenleme getirmiştir.
Cemaat vakıflarının mazbataya alınması usulünün devam ettirilmesi ve önceden mazbataya alınmış olan cemaat vakıfları taşınmazlarının cemaatlere iade edilmemesi, bu kanunun başlıca eksiklik ve yanlışlıklarından birisidir. Mazbataya alınan cemaat taşınmazları, mazbut vakıflar tüzel kişiliğine ait sayılacaktır. Mazbut vakıflar tüzel kişiliğinin de kendine mahsus organları olmadığı için mazbut vakıflar tüzel kişiliğini yeni kanun gereğince VGM temsil edecektir. Dolayısıyla, başka bir ad altında, bir nevi müsadere devam edecektir.
Bu usulün devam ettirilmesinin uluslararası hukuka, AB hukukuna, Lozan Antlaşması’na ve anayasaya aykırılığının açık olarak görülmesi ve bu usulün terk edilmesi gerekirken devam ettirilmesi doğru olmamıştır. AB içinde de ileride hoşnutsuzlukların ve ihtilafların devam etmesine yol açacaktır. Kanundan mazbataya alma usulünün özellikle cemaat vakıfları için kaldırılması gerekir.
Cemaat vakıflarının kurulması ve faaliyetleri ile ilgili MK. Mad 101/4 ile sınırlandırma şikâyet ve sorunları devam ettirmektedir.
Avrupa Birliği müktesebatına uygun yasal düzenlemelerin yapılması kaçınılmazdır.
Şüphesiz, çözümlenmeyen ve devam eden sorunlar her zaman önümüze gelecektir.
Sorunun nedenini doğru teşhis etmek gerekir.
Nitekim, Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob’un konu ile ilgili açıklaması, müslim veya gayrimüslim adalet duygusuna sahip herkesin karşı çıkacağı hak ihlalini dile getirmektedir.
Bu anti demokratik uygulama, İslam inancı veya Müslüman çoğunluk adına yapılmamakta, onları da aynı biçimde mağdur eden daha temel ve farklı bir kaynaktan türemektedir.
Sonuç olarak; uluslararası sözleşmeleri de dikkate alarak, var olan antidemokratik uygulamaları bertaraf edecek anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmalı ve Türkiye’nin demokratikleşme sürecine hız kazandırılmalıdır.
|