mara

             
 
GÜNCEL
ARAMA MOTORU

Web'de Ara Site içinde Ara
 
Forum sözleşmesi


E-posta: Şifre: Şifre Hatırlat | Üye Ol

KONUYU AÇAN: İnanç 195.87.69.1***
1.07.2008 18:06:23
Konu: Din ve Siyaset
Faik Bulut la Söyleşi 1

26 Haziran 2008 Perşembe Saat 14:53

Türkiye gündeminin AKP ‘yi kapatma davasına kilitlendiği bu günlerde Orta Doğu uzmanı Araştırmacı Yazar Faik Bulut’la Avrupa ve ABD ‘nin İslamfobisinden TUSİAD’ın toplantısı, Kürt sorunu üzerine söyleşi yaptık.





Bölüm bölüm yayınlacağım..





Öncelikle Faik Bulut’u tanıyalım …





Faik Bulut: 1950 Kars doğumlu. 1968 Kuşağı diye bilinen sol hareket içinde ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları adlı Kürt öğrencilerin kurdukları dernek etkinliklerinde yer aldı. 12 Mart 1971 sıkıyönetimi döneminde yurt dışına, Filistin kamplarına gitti. 1973 yılında İsrail in Lübnan daki bir Filistin askeri kampına yönelik operasyonu sonucu 8 Türkiyeli devrimci öldü, Bulut ise yaralı Tel Aviv e kaçırılıp "yasadışı örgüt yani FKÖ üyesi olmak"tan 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkumiyetin bitişiyle birlikte Türkiye ye dönen Bulut, 1985 lerden itibaren gazetecilik yaptı. Büyük tirajlı gazetelerin yanı sıra çeşitli siyasi basın organlarında çalıştı. Yazdığı yazılar (sol veya Kürtler üzerine) nedeniyle hakkında çeşitli davalar açıldı ama aklandı. 1990 lardan itibaren araştırma-inceleme dalında kitap yazmaya başlayan Bulut un Ortadoğu meseleleri, Arap-Filistin çatışması, politik İslamcılık, Kürt sorunu, İslam ve Ortadoğu tarihi üzerine yazılmış 28 kitabı bulunuyor. Alan çalışması kapsamında Ortadoğu ülkelerini sıkça dolaşan Bulut; resmi dili Türkçe ile anadili olan Kürtçe ye ek olarak Arapça, İngilizce, Fransızca ve Farsça biliyor. Halen bazı televizyon kanallarında açık oturumları katılıyor; kimi basın-yayın alanında özel danışmanlık yapıyor ve kitap yazıyor.





Yayınlanmış bazı kitapları: Filistin Rüyası (anı); Ortadoğu da İslamcı Örgütler; Tarikat Sermayesinin Yükselişi; İslam Ekonomisinin Eleştirisi; Ordu ve Din; Allah Devletinde Demokrasi: Şeriat Düzeninin Eleştirisi; Kim Bu Fethullah Gülen; Kod Adı Hizbullah; Kürt Dilinin Tarihçesi; Dar Üçgende Üç İsyan (Kürdistan da Etnik Çatışmalar), Kürt Sorununu Çözüm Arayışları; Dersim Raporları; Türk Basınında Kürtler; Hasan Sabbah Gerçeği; Ortadoğu nun Solan Renkleri (Yezidiler, Dürziler, Nusayriler, Çerkesler); Ali siz Alevilik; Arapların Gözüyle Irak İşgali; Küresel Çağda İslam (yeni çıkan üç cilt)





Gül SAN -----Türkiye deki siyasal İslam’ın yükselişini neye bağlıyorsunuz?





Faik BULUT İslamcılık akımının yükselişini çeşitli düzlemlerde ele alarak açıklayabilirim. Küresel açıdan bakılırsa genel durum şudur: Günümüzde sadece bir din olarak İslam ve siyaset olarak politik İslam yükselmiyor; aynı zamanda dünyanın çeşitli bölgelerinde dine yöneliş var. Halkı Müslüman olan ülkelerde dindarlık yayılıyor ve farklı biçimlerde kendini ifade ediyor: Mezhep, tarikat, cemaat, sıradan dindarlık (sosyolojik ve kültürel dindarlık), selefilik (İlk İslam toplumuna dönüşü öngören ama pek politik olmayan) ve nihayet siyasal İslam (ılımlı yahut köktenci haliyle) adı altında karşımıza çıkıyor. Benzer şeyi Batı da özellikle ABD de görüyoruz. Moon, Scientific türünden tarikatlar almış başını gidiyor; Amerika da sayısı 80 milyonu bulan Evanjelistler, politik kararları etkileyecek ölçüde güç kazanıyorlar. George Bush un başkan seçilmesinde, bu bağnaz akım (Anglo-Saksonlardan oluşan Beyazlar) büyük rol oynadı. Japonya da Şintoculuk, Çin de Konfüçyüsçülük, Hindistan da Hinduizm hem toplumsal, ekonomik ve sosyal hayatı yönlendiriyorlar; politik niteliğe bürünerek siyasete egemen olabiliyorlar. İsrail de koalisyon hükümetlerinin en önemli ortakları yine bağnaz Yahudiler; siyasi parti, cemaat, tarikat ve lobiler biçiminde örgütlenerek ülke siyasetinde söz sahibi olabiliyorlar. Avrupa Anayasası nın oluşum aşamasında, yaşlı kıtadaki bütün dindar ve dinci akımlar (Hıristiyan, Müslüman, Hindu) el ele vererek dini maddelerin anayasaya girmesi için ortak mücadele yürüttüler.



Arap-İslam ülkelerinde siyasal İslamcılar, "şeriat" istemiyle seçim propagandası yaparak parlamentoya girebiliyor; ekonomik açıdan örgütlenerek kendi sermayelerini oluşturuyorlar. Demek ki dini yükseliş salt Türkiye ye özgü bir fenomen/olgu değildir. Çünkü dünya çapında koca bir sistem (sosyalizmi kurma iddiasıyla ortaya çıkan Sovyet Bloku) yanlış uygulamalar nedeniyle çöktü. Batılı kapitalistler ile İslam dünyasındaki, bunu, "sosyalizm idealinin çöküşü" olarak yorumladı. İnsanlarda geleceğe ilişkin umut, ideal, ülkü ve güven diye bir şey kalmadı. Eskiden dünyada en çok satan kitaplar Marks, Lenin, Mao gibi sosyalist düşünürlere aitken, şimdilerde en çok satan kitaplar şu yahut bu din adamının, şeyhin, mollanın, papazın veya hahamın eserleridir. Bu bağlamda Marks, dini tanımlarken, "Din, can çekişen dünyanın ruhudur, umududur" demişti. Ancak kimi solcularla sosyalizm karşıtları, Marks ın bu özdeyişini hep gözardı ederek, Marks a atfen "din, halkların afyonudur" ibaresini ön plana çıkarıp yanlış bir propaganda yapmayı sürdürüyorlar.




Siyasi düzlemde ele alırsak, şunu görürüz: 1960 lardan itibaren Üçüncü Dünya diye tanımlanan eskiden Batı nın sömürgesi olan ülkeler, bağımsızlık için Ulusal Kurtuluş (Milli Mücadele) savaşımı vererek ulus-devletler kurdular. Asya, Afrika ve Latin Amerika daki ezilmiş, sömürülmüş yoksul halkların ulus-devlet aracılığıyla her bakımdan esenliğe erecekleri yönünde propaganda yaptılar. Bu halkların kurtarılıp refaha ermeleri için iddialı Milli Kalkınma Projeleri oluşturdular. Ancak bu projeler, çeşitli nedenlerle (iç çekişmeler, dış müdahaleler, yeni sömürgeci politikaları, yozlaşmış Batıcı bürokrasi, vs) başarısız oldular. Sözgelimi Arap ulus-devletleri (Mısır, Suriye, Irak, Ürdün, vs) ABD ile İsrail in kendilerine açtıkları amansız savaş yüzünden (1967 de İsrail Arap ülkelerini bozguna uğratmıştı) planlarını gerçekleştiremediler. Milli projeler iflas edince, milliyetçiliğin Batı malı ithal olduğu, dolayısıyla Müslümanlara uymadığı; bunun yerine Müslümanlar gerçek yerli malı ideolojisi sayılan İslamcılığın "tek Çare, Tek Kurtuluş, Tek Gerçek Yol" olduğu yolunda propaganda yapıldı. Bezgin ve umutsuz halk, ister istemez dine imana sarılmak suretiyle kurtuluşu "önce Allah ta, sonra İslamcı örgütler"de aramaya başladı.
Ekonomik açıdan konuya yaklaşalım: Küresel sermaye ulusal sınırları aşarak her yanı kapladı; çok uluslu şirketler kuruldu. Çeşitli ülkelerdeki yerli ekonomik ve mali kuruluşlar iki şeyle karşı karşıya kaldılar: Ya iflas bayrağını çekmek, yahut küresel sermayeyle bütünleşmek. Özellikle petro-dolarlardan nemalanıp palazlanan Arap-İslam sermayesi, din-iman söylemini kullanmak suretiyle, çökmekte olan milli pazardaki malların üstüne konmaya başladı. Halkın yerli, ulusal ve dini duygularını istismar ederek, İslami sermayenin sanki "Müslümanların öz malı, yerli malı" imiş gösterdi. Özellikle "faizsiz bankacılık ve helal ticaret" adı altında gelişen bu sermaye, esasında Batı sermayesinin kendi ülkesindeki işportacısıydı. Ancak bu gerçek, halka böyle yansımadı: Halk, bu helal ticaret ve İslami sermaye meselesine bir umut gibiymiş sarıldı.



Böylece İslamcılar, milliyetçilerin her bakımdan iflas ettikleri noktada devreye girip, kendi bankalarını, şirketlerini, okullarını, dershanelerini ve sağlık kuruluşlarını kurdular. İflas eden ulus-devletin içinde bir cemaat-devleti gibi hareket ederek, insanları din-iman ve sermaye temelinde örgütlediler. Filistin de Hamas, Lübnan da Hizbullah, Mısır da Müslüman Kardeşler, Türkiye de kimi Nurcu ve Nakşi tarikatlar, Körfez ülkelerinde bizzat petro-dolarcı yönetimlerle sonradan türeme girişimciler bizzat yatırımcı ve sermayedar olarak karşımıza çıktılar.
Toplumsal yanıyla bakalım; Sovyetik yapının çökmesiyle birlikte dünya çapında çalışanların hakları kısıtlandı. İşverenler, emeğin daha ucuz olduğu yerlerde yatırım yaptılar. ABD ile Avrupa, yurttaşa her bakımdan yardım eden "sosyal devlet" ilkesini bir kenara bıraktılar. Türkiye de bu, IMF politikaları, küreselleşme, özelleştirme, şirket evlilikleri, ülkeyi pazarlama, vs. biçiminde gelişti. Eh, sosyal devlet çökünce, bunun yerini sermaye altyapısı güçlü olan tarikat ve cemaatler devreye girdi. Devletin vermesi gereken sosyal yardımları, bu tarikat ve cemaatler "öğrenci yurdu, sağlık hizmetleri, dershane ve özel okul eğitimi, şirketlerinde mümin adam çalıştırma, kurban eti verme, pirinç-kömür yardımı, öğrencilere parasal yardım, bedava kitap, vs." biçiminde sundular. El attıkları insanları dini çerçevede örgütlediler; özellikle kızların türban takmalarını baş hedef olarak belirlediler. İnayet-sadakat, hayır-hasenat biçimindeki bu örgütlenme tarzının, geleneksel (tarikatçılık) ve siyasal İslam ın yükselişinde önemli bir rolü olmuştur, olmaktadır. Türkiye ye özgü birkaç sebep daha: Kürt meselesi nedeniyle yerinden yurdundan edilen milyonlarca insan Batı ya göçünce, sosyal devletin yokluğunda, bu aç-bilaç insan aç kalacağına kendisini en yakın "tarikat veya cemaat"in himayesinde buldu. PKK ile çatışmaların toplam maliyeti 400 milyar dolara yaklaşıyor. Bu, parayla sadece Güneydoğu değil; bütün Türkiye, çok ileri bir düzeyde ve halkı da refah içinde olabilirdi. Ayrıca Türkiye de İmam-Hatip ve benzeri özel kurumların politikacılar tarafından siyasete alet edilmeleri, bu kuruluşların, Türkiye Cumhuriyeti nin ilk yıllarındaki Köy Enstitüleri nin ters yönden işlevini görmesine yol açtı. Köy Enstitüleri, geleceğin modern ve bilimsel Türkiye’si için kadro yetiştirirken; maalesef istismar edilen ve amacından saptırılan İmam-Hatip ve benzeri eğitim kurumları, daha fazla din/dinci üretim merkezlerine dönüştürüldüler.
Türkiye nin bir özgünlüğü daha: 1950 li yıllardan beri Türkiye yi yöneten özellikle liberal-muhafazkar ve dinci kesimler, ABD politikaları çerçevesinde "komünizme karşı mücadele" zemininde dini istismar ettiler. Sol ve ilerici güçlere karşı, Türkçü-İslamcı kesimleri kullana geldiler."Komünizmle Mücadele Dernekleri" gibi kuruluşları destekleyen devletin bazı yetkilileri, aynı zihniyeti yani "dinsiz, kafir" solcuların yerine "tespih çeken müminleri" destekleme politikasını 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 de zirveye çıkardılar. Tarikatçılık ve cemaatcılığın çok yayılması, laiklik bekçiliği iddiasıyla darbe yapan Kenan Evren benzeri askerlerin yanlış siyasetleri sayesinde olmuştur.
Son olarak psikolojik açıdan olaya bakalım: Umutsuz, idealsiz, ekonomik bakımdan korunmasız, okumuş ama eğitimsiz ve kültürsüz yığınlar; mevcut sistemin farklı kanatları (liberal, muhafazakar, İslamcı, vs) tarafından serseme dönüştürülmüştür. Dolayısıyla geleceğe güveni yoktur. Özellikle dini zeminde meseleyi elen siyasal parti ve oluşumlar, "mutlu gelecek, altın çağ, kurtuluş yolu" olarak İslamcılığı öne sürmekteler. Temiz duygularla dine-imana sarılan çaresiz insanlar, bir süre sonra tarikatçı veya siyasal İslamcı kesimlerin kadrolarını, kitle tabanını oluşturabilmektedirler. Tipik örneğini; onca göç alan, devlet ile hükümetin baskısına maruz kalan, yetkili kurumların yardımlarından yeterince nasiplenemeyen, göç eden sayısının yüz binlerle ifade edildiği Diyarbakır, Van, Batman gibi illerde; devlet ile hükümetin bilinçli ihmali karşısında, cemaat-tarikat temelli yahut İslamcı arka planı olan çok sayıda dernek ve kuruluş devreye giriyor. Göz boyama kabilinden çeşitli "yardım"lar yapılırken; el atılan insanlar, bir süre sonra dinci olarak piyasaya çıkıyor ve daha fazla militanlaşabiliyorlar.



Diyarbakır ın Bağlar gibi en fazla göç alan semtinde yaklaşık 20 dinci derneğin olması, yine geçmişte Türkiye ye, özellikle bölge insanına kan kusturan yasadışı bir örgütün "sivil kanadı" olarak ortalıkta arzı endam eden bir kuruluşun bölgede 80 nin üzerinde şube açması, başka türlü açıklanabilir mi?







"Dış kaynaklı bir neden daha: 1990 larda yükselişe geçen İslamcı güçler, bazı ülkelerde iktidarı fethetme aşamasına geldiler: Afganistan (Mücahitler ve Taliban), Cezayir (FİS, GİA), Mısır (Cihat ve İslami cemaat), Ürdün ve Sudan (Müslüman Kardeşler, vs) bu durumdaydılar. Ancak Ürdün ile Sudan daki İslami projeler iflas etti. Afganistan da Mücahitler hepten başarısız oldular; Taliban ise bağnazlığıyla dünyayı canından bezdirdi. İslam adına olmadık rezaletler yaptı. Mısır ve Cezayir deki silahlı mücadele rejim tarafından bastırıldı. Özellikle Mısırlı İslamcılar çeteleştiler, mafyalaştılar; halka karşı kör şiddet/terör uyguladılar. Bu olumsuzluklar halkın İslamcılara karşı mesafeli durmasına yol açmışken; Ortadoğu ya Amerikan-İsrail-Batı müdahalesi geldi. Amerika ile İsrail in bölgeye yönelik savaşı (Afganistan, Irak, Suriye, İran, Lübnan) adeta İslamcıların imdadına yetişti. İflasın eşiğindeki politik İslamcılar, ABD ve İsrail karşıtı tutumlarıyla yeniden sempati kazandılar; güç topladılar. İslam dünyasındaki prestjilerini arttırdılar. El Kaide (Afganistan-Irak), Hizbullah (Lübnan) ve Hamas (Filistin) gibi örgütlerin Amerika ile İsrail e yönelik eylemlerinde Müslümanlar arasında topladığı sempati buna örnektir. Böyle bir sempati ve desteğin, Türkiye deki politik İslamcılara moral verdiği ve halkın gözünde İslamcılığı sevimli gösterdiği inkar edilemez. Keza, 11 Eylül olayından sonra Batı da yükselen İslamfobi (İslam düşmanlığı) ırkçı bir karakter kazandıkça, buna tepki olarak Müslümanlar dini kimliklerine daha fazla sarılmaya başladılar. Bu durum, İslamcılığın yayılmasına uygun bir zemin hazırladı.



Zira İslamcılar, Batı daki İslam düşmanlığına karşı tek kurtuluşu reçetesi sanki İslamcılıkmış gibi bir tutum takınarak kitleleri yanlarına çekebiliyorlar."
Gül SAN --- AKP bu nedenle mi başarılı oldu? ABD Ilımlı İslam Modeli Dünyadaki din merkezli hareketin nedeni olarak mı ortaya çıktı?
.


Faik BULUT AKP nin tümüyle ABD ve Batı imalatı bir parti olduğu yolundaki görüş eksik ve dolayısıyla yanlıştır. Ancak Batı nın, özellikle ABD nin Türkiye deki geleneksel dinciliğe ve politik İslam a destek vermesi, onun uzun vadeli yani stratejik planlarından biridir. Birkaç örnek vereyim: 1945 lerde Türkiye nin Batı blokuna yanaşma ve özellikle Amerika dan yardım isteme talebine karşılık, ABD yönetimi şöyle bir şart öne sürmüştür: "Komünizm ve Sovyet yayılmacılığının en büyük düşmanı dindir. Katı Atatürkçülüğü, laikliği ve devletçiliği bırakın. Dini öne alan bir yönetime geçin. Yoksa, size yardım etmeyiz!" Türkiye deki birçok tarikat ve cemaatin şeyhi, mürşidi veya hoca efendisi, 1940 lı ve 1950 lili yıllarda Amerika ile derin ilişkiler içindeydi. Bu ilişkilerin bir ürünü olarak ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1994 te Özbekler Tekkesi nin açılışına katılmıştı. İslam ve Türkiye konusunda uzman sayılan CIA eski istihbarat şeflerinden Graham Fuller, bundan birkaç yıl önce Türkiye de bir gazeteye (Vatan olmalı) verdiği demeçte, Türkiyeli siyasetçilere şu öneride bulunmuştu: "Batılılarla, özellikle küreselleşme politikalarına ayak uydurmak istiyorsanız, Atatürkçülükten vazgeçiniz; ılımlı İslam ı benimseyiniz. ABD tavsiyesiyle Ortadoğu da serbest piyasa politikalarını yayınız!"
Yetmedi; aynı Fuller, birkaç ay önce Türkiye üzerine yazdığı kitabında şunu itiraf ediyor: "Ilımlı İslam ı, laik sistemin yerine ikame etmeyi uygun bulduk. Bu yüzden Refah Partisi nin iktidara gelişine sıcak baktık."
CIA eski şeflerinden Paul Henze (eski CIA Türkiye istasyon sorumlusu), 1989 da bir demeç verdi: "Orta Asya da Vahabilik akımına karşı, ılımlı Nurcular (Fethullahçılar) ve Nakşiler alternatif olabilirler. Nurcu cemaatin girişimci sınıfları (Fethullahçı işadamları, okul yöneticileri, vs) Orta Asya da doğal bağlantı işlevi görüyorlar. Bu, ABD nin çıkarınadır. Türkiye, bu alanda başarılı olmak istiyorsa, laiklikten ödünler vermelidir."
Yakın zamana bakalım: ABD nin eski Ankara büyükelçisi Eric Edelman, binasında çalışan Müslüman personele, "neden dininizin gereklerini yerine getirmiyorsunuz?" diye sorular soruyordu.


Gelelim şu ılımlı İslam meselesine! Özellikle yukarıda adı geçen Amerikalı uzman Fuller, Cezayir deki köktenciler ile devlet arasındaki silahlı kavgaya bakarak şu analizi yaptı. ABD, bütün İslamcıları karşısına almamalı; ılımlı olanları radikaller aleyhine desteklemeli. Bu öneri, bir dönem sonra Amerikan dış politikasının bölgedeki temel direği oluverdi. Refah Partisi iktidarına, bu noktada sıcak bakıldı. Fethullançı hareketin beyin takımı, bu yüzden Amerika ya taşındı. Bir dergi haberine inanılırsa Türkiye deki ılımlı İslam ın anayasasını, temel kurallarını yani ana çerçevesini Zeyno Baran ile Mustafa Akyol (Taha Akyol un oğlu) gibi iki Amerikan hayranı formüle etmişti!
Özel olarak AKP ye gelince; Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul belediye başkanı iken, ünlü bir gazeteci aracılığıyla CIA nın eski yetkilileriyle görüştürüldü. Bu arada Türkiye deki Amerikan diplomatlarıyla resmi ve gayriresmi buluşmalar oldu. Ayrıca ABD deki Yahudi lobisi, Erdoğan la buluştu. Kendisine Amerikan ve İsrail çıkarları/politikaları açısından sorular yöneltildi. R. Tayyip Erdoğan ın verdiği yanıtlar, bu çevreleri genelde tatmin etti; güvence (vaat) olarak algılandı. O tarihten sonra kimi Amerikan gazete ve raporlarında, Tayyip Bey in nasıl başbakan olabileceği üzerinde senaryolar yayınlandı. İlginçtir, bu senaryolar hemen aynısıyla gerçekleşti. Bu arada Tayyip Bey, Paul Wolfowitz gibi Amerikan yönetiminin dış politikasında etkili bazı Amerikalı politikacılara mektuplar yazıp, bazı konularda kendisine yardım etmelerini istedi. Bu isteği, önemli oranda kabul gördü. Şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD deki "liderlik okulu"nda kurs görüp sertifika aldı. İlginçtir, bu okuldan mezun olanların çoğu, kendi ülkelerinde mutlaka önemli üst makamlara gelebiliyorlar.
Eh, bu kadar veriden sonra şunu söylemek mümkün: AKP, ABD nin ılımlı İslam projesini ve Büyük Ortadoğu siyasetini prensip olarak benimsediği için, iktidara gelişinde dış devletlerin, özellikle ABD ile AB nin büyük destekleri oldu. Fakat bu demek değildir ki, AKP bir Amerikan imalatıdır. Aslında Türkiye de yükselen bir dini akım, siyasal İslam ve muhafazakârlık zaten vardı. Yani içeride bir kitle temeli ve bir dinamik mevcuttu. ABD, AKP nin bu dinamiğe dayanarak iktidara gelmesinde baş rolü oynadı.
Deyim yerindeyse, Türkiye de sağ liberal ve muhafazakâr merkez, küreselleşme karşısında afalladı. Bunu farkeden AKP, Erbakan dan koptu. Sağ liberal ve muhafazakâr merkezin çökmesiyle birlikte, otomatik olarak merkeze geçmiş oldu. Yani AKP merkezdeki bir parti olmadı; tersine, sağ liberal merkez, giderek muhafazakârlaştı, dindarlaştı, dincileşti. Bu ters akım, CHP yi bile etkiledi. Deniz Baykal, bir arada Şeyh Edebali, Mısırlı radikal dinci şahsiyet Seyyit Kutup gibi isimleri öven konuşmalar yaptı; bazı yerlerde türbanlı kadınları aday gösterdi. Böyle olunca, halk taklit kokan bu köhne merkezi seçmek yerine dini motiflerin/siyasal İslamın gerçek sahibi olan sahici AKP yi tercih etti; oylar o yöne kaydırıldı.
Doğu ve Güneydoğu da ise; esas olarak CHP ile MHP, Kürtlere düşmanca bir politikayla seçim kampanyalarını başlattılar. Türk milliyetçiliği açık artırmaya girdi. Her iki parti, askeri yani militarist çözümlere ağırlık verdiler. Bunu gören halk AKP ye yöneldi. Kürtler şöyle düşündü: "AKP Kürtsever bir parti değildir ama CHP ile MHP gibi Kürt düşmanlığı da yapmıyor. Hatta belki R. Tayyip Erdoğan, Kürt meselesini ABD, Barzani ve Talabani üçlüsünün desteğiyle çözebilir. Üstelik MHP ve CHP nin saldırılarına karşı AKP, bize kalkan olabilir." Eh, bölgedeki dindarlık ve tarikat gerçeğini de gözönüne alırsak, AKP nin bölge insanından niçin çok oy aldığı anlaşılmış olabilir. Ayrıca AKP nin bölgede yüksek ( 40-50 oranında) oy almasının gözlerden kaçırılan bir sebebi daha var: Geleneksel olarak DYP; ANAP ve Saadet Partisi nin bölgede kemikleşmiş oyları vardır. Bunların toplamı 15-25 arasında değişir. Ancak her üç parti barajı geçemeyince, özellikle DYP ile ANAP seçimde dökülünce, son iki partinin oyları otomatik olarak AKP ye kaydı. Böylece AKP, sanki tek başına 40 lar dolayında Kürt oyu almış gözüktü. Doğru değildir; dediğim gibi merkezin çökmesi, dini motifli AKP yi merkez partisiymiş gibi bir hale getirmiş oldu.


www.sanliurfa.com
Gül San


 
CEVAP YAZ - Onaylı Üyelik Gerektirir
isim:
konu:
cevap:
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım