GÜNCEL
ARAMA MOTORU

Web'de Ara Site içinde Ara
 
Forum sözleşmesi


E-posta: Şifre: Şifre Hatırlat | Üye Ol

KONUYU AÇAN: Suskun 88.247.129.***
17.11.2008 17:45:31
Konu: Gönül Fakirliği
Gönül fakirliği
Etyen Mahçupyan - 14.11.2008

Suskunluğun ardından gelen konuşmalar insanı hafifletir, ferahlatır, rehabilite eder, insanileştirir... Ama aynı zamanda konuşanı deşifre eder, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarır, kırılgan hale getirir. Dolayısıyla konuşmada samimiyet önemlidir... Samimiyet hem konuşanın vicdanını sağaltır, hem de dinleyenin yüreğinde bir anlayış kapısı açar. Ne var ki insanileşmek için samimiyet yetmez... Çünkü bu duygu ancak bir gönül zenginliğinin olduğu, kişinin kendi vicdanına hitap edebildiği durumlarda işlevseldir. Bunu beceremeyenlerin samimiyeti ise, kuru bir soğukluk, insani olan kavramakta aciz kalan bir nesnellik olarak çıkar karşınıza.

Milli savunmadan sorumlu olan şahıs da geçen gün uzun bir suskunluk dönemi sonrası konuştu. Söz konusu suskunluk kişisel değildi... Aslında duyduğumuz ses, ‘milli suskunluğun’ taşınamamasıyla, lehimlenmiş dudakların arasından sızmasıyla ilintiliydi. Çünkü İttihatçılık sadece yaptıklarıyla yetinen bir ideoloji olmadı hiç... Rumların, Süryanilerin, Ermenilerin ve Yahudilerin sürülmesi, mallarına ganimet olarak el konması tek seferlik, arızi korkular nedeniyle alınmış olan bir tedbir değildi. Bu siyaset bilinçli, zamana yayılmış bir kötü niyet stratejisiydi ve doğallaştırılarak bugüne kadar getirildi. Nitekim Bakan bu stratejiyi “cumhuriyeti kuran idealler” olarak sundu. Meğerse buna “değişim sürecinde ulus oluşturma” denmekteymiş. Oysa aslında yaşanan ‘ulus oluşturmada toplumsal budama süreciydi’. Sonuçta gerçekten de ‘milli’ bir devlet olundu... Ama bunun bedeli, bir türlü ‘milli’ bir toplum olunamaması ile ödenilmeye devam ediliyor.

Tevekkeli değil, Bakan Güneydoğu’da sünnetsiz avına çıkmaya muhtaç kalmış... Çünkü ne yapıldığını gayet iyi biliyor. Bugün Kürt meselesi bağlamında sürdürülen siyasetin, gerçekte gayrimüslimleri hedef alan ‘milli’ bakışın uzantısı olduğunun farkında. Kürtleri sünnetsizleştirebildiği ölçüde, onları ezmenin meşru kılınabileceğini de umut etmiş olabilir...

Ruhuna nüfuz edemediğiniz, anlamadığınız, vicdanını paylaşamadığınız bir toprağa sahip olmak istemenin bir hastalıklılık olduğunu idrak etmek kolay olmayabilir. Söz konusu anlamanın ancak çeşitliliği sindirerek mümkün olabileceğini de bilmeyebilirsiniz. Ama çeşitliliği budamanın bu türden bir yürek kuruluğu içinde savunulması, gönül fakirliğinin böylesine ‘millileştirilmesi’, insani olanla mesafenin hâlâ kapanmamış olduğunu da maalesef ortaya koyuyor...

Bakan’ın ağzından çıkanların nasıl duyulduğuna gelince, aşağıda bugün çıkan Agos’un başyazısı var. Başlık bu yazının da başlığı... Gönül fakirliği...

“Yaşanmış olanları unutmamız beklenmesin... Makbul vatandaşlık uğruna hafifletmemiz, çarpıtmamız da beklenmesin. Ama bizlerden anlamayı, ayırt etmeyi, adil olmayı bekleyebilirsiniz. Nitekim Ermeni toplumu yaklaşık yüz yıldan beri bunu yapıyor... Tehcirden katliama uzanan o planlı ve sistematik devlet tasarrufunu bir topluma veya millete atfetmiyor. Başkalarının ölümüne ve mallarına muhtaç bir milletleşme fikrinin, devlet içindeki sınırlı bir ideolojik bakışın uzantısı olduğunu savunuyor.

Ama sonuçta biz devletin ‘aklını’, ‘fikrini’, ‘vicdanını’ bilmeyiz... Bunu olsa olsa siyasetin üstünde yer alan ve adında millilik olan bakanlığın başındaki kişi bilebilir. Nitekim o Bakan geçen gün konuştu ve galiba gerçeği söyledi. Meğerse bizim sınırlı sandığımız söz konusu ideoloji bugün artık devletin görüşü haline gelmiş... Rumların, Ermenilerin buharlaşması iyi olmuşmuş... Yoksa bu topraklarda bir Türk milleti oluşamazmış.

Anlaşılan o Bakan toplumun çeşitliliğini budamadan, farklılıkları yok etmeden millet olunamayacağını sanıyor. Bu çeşitlilikten bir kültür üretmenin, çocuklarını bu zenginliğin içinde yetiştirmenin keyfini ve anlamını bilmeyen bir bakış işte... Ne yapsın? O da öyle yetişmiş...

Mesele Bakan beyin söyledikleri değil... Yapılanları zaten herkes biliyor. Mesele Bakan beyin yapılanları beğenmesi, benimsemesi ve içselleştirmesi... Kendi etnik kimliğine yaşam alanı açmak üzere diğerlerini yok etme dürtüsünün, ‘doğal’ bir duygu olarak, soğuk bir gerçekçilik olarak sunulabilmesi...

Kimse merak etmesin, bu söylenenler bizim bakışımızı değiştirmeyecek. Biz hâlâ ‘milletin’ toplumsal çeşitliliğin içinden üretilebileceğini, böyle milletlerin daha değerli ve insani olduğunu düşünenlerdeniz. Ayrıca kendisine ‘Türk’ diyenlerin içinde de bizim gibi bakanların varlığından haberdarız.

Diğerleri ise zaten hep vardı... Hiç yok olmadılar... Yaptıklarını hep bilerek yaptılar... Ve bu durumu kanıksamış olmaktan ne o zaman ne de şimdi gocunmadılar.

Onları artık tanıyoruz... Bilinenin teyidi insanı yaralamıyor ama insani olana karşı böylesine gönülsüzlük... kişiyi karamsar yapıyor.”
 
Kimden: Mübadele  88.247.129.***
19.11.2008 13:46:15
Cevap: Mübadele
Mübadele barışcıl olmadı 200 bin kişi hayatını kaybetti

ECEVİT KILIÇ 16.11.2008

Doç. Dr. Onur Yıldırım: Arada diplomasi vardı diye mübadele barışçıl olmadı. Büyük dramlar yaşandı. Şiddet vardı. Yaklaşık 200 bin kişi hayatını kaybetti..

Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 10 Kasım da "Bugün eğer Ege de Rumlar, Türkiye nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, acaba bugün aynı milli devlet olabilir miydi? Bu, mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilemiyorum" dedi. Bu bir anlamda devletin, azınlıklara yönelik politikalarının itirafıydı. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Ermeniler tehcire maruz kaldı, Rumlar mübadele yoluyla gönderildi. Kalanlar ise Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi vahşetlerin sonunda gitmek zorunda kaldı. Bir de bu sözü söyleyenin kimliği çok önemli. Çünkü Gönül, İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı, Ankara ve İzmir Valiliği, Sayıştay Başkanlığı da yaptı. Cengiz Çandar ın deyimiyle "devletin bir bedende cisimleşmiş hali." Peki, Gönül ün sözleri var olan zihniyetin dışavurumu mu? Lozan Anlaşması sonrası yapılan mübadele sırasında neler yaşandı? Hem Yunanistan a giden Rumlar hem de gelen Türkler nelere maruz kaldı? Bu değişim etnik temizlik miydi? Bunları mübadele üzerine hem Yunanistan da hem de Türkiye de araştırmalar yapan ODTÜ öğretim görevlisi Onur Yıldırım ile konuştuk.

GÜREL DE SÖYLEDİ
* Mübadele, etnik temizlik yöntemi mi?
Mübadele uluslararası diplomaside lanetlenmiş bir yöntem. Etnik temizliktir. Mübadeleyi telaffuz edenler bugün Filistin sorunuyla ilgili görüş belirten İsrailli aşırı sağcı gazeteciler. Birleşmiş Milletler, mübadele kavramını kesin bir şekilde topyekûn reddetmiştir. Kimse telaffuz bile etmiyor. Maalesef bizde ise bunu söylemek sıradan hal aldı. 57. Hükümet in Bakanı Şükrü Sina Gürel de 1997 de Washington da konferansta Karabağ daki Azeri- Ermeni çatışmaları için mübadelenin en iyi yöntem olduğunu söyledi.

BÜYÜK BİR DRAM
* Arada iki devletin anlaşmış olması yani diplomasinin olması, masumiyet katıyor mu?
Araya diplomasinin girmiş olması buna maruz kalan ve hiçbir söz hakkı tanınmadan yerlerinden ve yurtlarından edilen kitlelerin hikâyesini önemsizleştirmiş hatta yok saymıştır. Aslında tarihe insanların değil de devletlerin gözüyle bakanların mübadeleye böyle bakması anlaşılır bir durum. "İki taraf da anlaştı barış içinde değişim yaşandı" demek absürt.

* Mübadelede şiddet yok muydu?
Aslında çok boyutlu bir dram. Özellikle belli gruplar için daha da zor. Anadolu nun orta kısmında Karamanlar denilen 200 bin kişilik Rum grup mübadeleye son anda dahil edildiği için son derece hazırlıksız yakalandı. Onlar için büyük felaketti. Mübadele süreci resmi olarak başlamadan önce 1923 ün nisan ve mayıs aylarında Orta Anadolu ve iç kesimlerdeki Rumlar liman şehirlerine götürülmüştü; Mersin, Samsun, İzmir ve kısmi olarak da Trabzon a. Son anda dahil edilenlere yönelik ciddi bir şiddet var. Hem mallarına yönelik hem de canlarına yönelik.

* Mübadele sırasında ölen veya öldürülen var mı?
İstanbul daki mülteci kamplarında tutulan her 4 Rum dan 1 i yaşamını yitiriyor. Buralara da toplama kampı demek daha doğru olur.

* Yani bir anlamda katliam...
Mübadele belli bir diplomasinin sonucunda uygulanmasına ve net bir belgeyle bu insanların nasıl bir sürece maruz kalacaklarının ortaya konmasına rağmen barışçıl şekilde gerçekleşmemiştir. Aksini söylemek her iki taraf için de haksızlık olur. Hem Anadolu dan giden Rumlar, hem de Kuzey Yunanistan ve adalardan gelen Türkler açısından süreç acımasızdı. Büyük bir dram var. 1.5 milyon civarında Rum dan bahsediyoruz. 200 bin civarında da can kaybı var.

Ortodoks Araplar bile gönderilmek istendi

ECEVİT KILIÇ 16.11.2008

* Ulus devletler tam da Vecdi Gönül ün dediği gibi etnik temizlik üzerine mi kuruldu?
Etnik ve dini türdeşleştirme ulus devlet oluşum sürecinin bir parçası. Aslında bir Avrupa modeli. Özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası Orta ve Doğu Avrupa da farklı nüfus transfer yöntemleriyle kendini gösterdi. Azınlıklar savaş sırasında daha çok gönüllü olarak göç etti. Geride kalanlar da maalesef 2. Dünya Savaşı sonrasında aynı akıbete zorunlu maruz kaldı.

* Bizdeki etnik temizlik ne zaman başladı?
İttihatçıların azınlıklardan kurtulma çabaları Balkan Savaşları sırasında doruk noktasına ulaştı. Bulgaristan la başarılı, Yunanistan la da 1. Dünya Savaşı patlak verdiği için yarıda kalan iki gönüllü nüfus mübadelesi yaşandı. İttihatçıların etnik temizliği mübadele, tehcir ve yıldırma yoluyla göç ettirmek gibi bir paketten oluşuyordu. Paketten azınlıkların çoğu nasibini aldı.

* Temelinde İttihatçılık var...
Evet. Memleketi etnik türdeşleştirme İttihatçıların projesidir. Bunun temelini 1910 larda attılar. Aslında sürekliliği olan bir zihniyet. 1950 lere kadar gayet dimdik ayakta kalmış. Mübadele aslında etnik değil dini kriterli bir değişim. Yunanistan dan gelenlere baktığımız zaman Müslüman olmayan Türk yok. Buradan gidenler arasında da Ortodoks olmayan Rum yok. Bu nedenle Ermenileri mübadelenin içine dahil etmeleri kolay oldu. Hatta 1928-29 yıllarında Mersin deki Ortodoks Arapları mübadeleye maruz bırakma çalışması var

Gitmeselerdi daha medeni olurduk

ECEVİT KILIÇ 16.11.2008

* Devletin, azınlıklara yönelik politikası tam olarak ne?
Yok farz etmek. İstanbul da sınırlı kalan azınlıkları mümkün mertebe uluslararası dünyadan izole etmeye yönelik bir politika. Tecrit. Bu politikaya göre Lozan da mübadele yaşanmasaydı 1930 lu yıllarda, 1960 larda, hatta 1974 sonrasında da gerçekleşmesi kaçınılmazdı.

* Sizce Vecdi Gönül bu sözleri neden bugün söyledi?
Bu tür mesajlar genellikle geri dönük değil ileriye dönük projeler için veriler. Ama uzun vadede 85 yıl geriye dönüp "İyi ki bunlar yaşandı, bugün türdeş bir ulus olarak barış içindeyiz" demek akıl kârı değil. "Ermeni ve Rumlar yok oldukça bizim ulus devletimiz daha sağlam temellere oturdu" diye düşünmek ise fantezi. Vecdi Gönül ün söyledikleri aslında devlet katında azınlıklarla ilgili hakim anlayışın dışa vurulmasından başka bir şey değil.

* Ermeni ve Rumlar kalsaydı nasıl olurdu?
Ermeni ve Rumlar kalsaydı bu ülkenin beşeri sermayesi hiç şüphesiz çok yüksek olurdu. İttihatçıların baltaladığı cumhuriyet dönemi sanayileşmesi kesintiye uğramadan devam ederdi. Etnik ve dini farklılıkları demokratik şekilde çözebilmiş bir siyasi kültüre sahip olurduk. Bu siyasi kültürü özümsemiş bir toplumun sağlam bir kurumsal çerçeveyle kendi iktisadi ve sosyal gelişimini yönlendirecek kapasitesi olurdu. Cumhuriyetin modernleşme süreci daha etkin olurdu. Daha hoşgörülü, daha az fanatik vatandaş profili şekillenirdi.

* Son "Ya sev ya terk et" söylemi siyasetçilerin ağzından düşmüyor...
Böyle diyenler, terk et kısmına maruz kalan insanların yaşadıklarından haberdar değil. Az çok biliyor olsalardı söylemeden önce bir kez daha düşünürlerdi.
* Mübadele üzerine araştırma yaparken neler dikkatinizi çekti?
Yerinden yurdundan edilen insanlar, yeni ülkelerinde neredeyse yoktan var olmaya çalışıyor; bazıları hiç bilmedikleri bir dili, bazıları hiç ekmedikleri bir ürünü, bazıları da hiç alışık olmadıkları yaşam biçimlerini öğrenmeye çalışıyor. Bir aile düşünün 15 ferdi var. Ama mübadeleden sonra hiç birbirini görmemişler. İki kız kardeş gördüm mübadeleden sonra hiç ayrılmamışlar, evlenmemişler.

* Mübadele, tehcirin devamı mı?
Mübadele azınlıklara yönelik imha paketinin bir parçası. Tehcir o günün şartlarında İttihatçıların yavaş yavaş başlayıp zamana yaydıkları bir süreç. Osmanlı, devam ediyor olsaydı tehcir Rumlar için de uygulanacaktı. Ama cumhuriyetin kuruluşu bunu farklı platforma taşıdı. 1910 lardaki şartlar 10 yıl devam etseydi İttihatçılar, tehcirle Ermenileri tamamen temizlerlerdi. Sonra da Rumlar buna maruz kalırdı. Çünkü mübadele sürecine Ermeniler de dahil edildi.

* Ermeniler de Yunanistan a mı gönderildi?
Evet. Bir kısmı orada kaldı. Gerisi de oradan Avrupa, Lübnan ve Amerika ya gitti.

* Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları bahsettiğiniz imha paketinin parçaları mı?
Mübadele, tehcir, boykot, özel vergi ihdas etme ve şiddet yoluyla yıldırma bir bütün. Devlet eliyle bir orta sınıf yaratma çabası ve milli iktisadı esas kılma anlayışı nedense hep azınlıklar pahasına oldu. Bu çabalar azınlıkları dışlamadan gerçekleştirilseydi belki de "Bunca yıldır iktisadi olarak neden bocalıyoruz" sorusunu sormamıza gerek kalmazdı. Ama Varlık Vergisi ile mübadele karşılaştırılamayacak kadar farklı. Çünkü mübadelenin bedelleri daha ağır. Varlık Vergisi nde ise bir yıl sonra hiç olmamış gibi davranılmıştır. Ama mübadelede özellikle giden Rumlar açısından yaralar bugüne kadar sarılamadı.

* Neden Rumlarda daha ağır oldu? Şiddetle mi ilintili?
Türkiye den giden Rumların, Yunanistan dan gelen Türklerden farkı buradaki köklerini çok iyi bilmeleri. Anadolu da nerede hangi şartlarda yaşadıklarını gayet iyi biliyorlar. Çünkü bu toprakların insanları. Köklerinden koparılmış olmanın acısı kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Bu da ciddi bir travma. Travma bile hafif kalıyor. Bugünün gençleri bile atalarının yaşadığı yerleri dün görmüş gibi anlatmakta. Canlı toplumsal hafıza travmatik olduğunun en büyük göstergesi.

* Gelen Türklerde neden aynı durum söz konusu değil?
Böyle bir kolektif hafızaya sahip olmak için belli bir eğitim, gelişim, sosyal ve kültürel düzeyde olmak lazım. Niğde den giden Rumlar bile çok zengin ve kültürlüydü. Mübadele şartlarında sefil olmalarına rağmen 10 yıl sonra yeniden eski konumlarını kazanacak kadar girişimciydiler. Türkiye ye gelen nüfusun büyük kısmı eğitimsiz, dağınıktı.

Onur Yıldırım kimdir ?

ECEVİT KILIÇ 16.11.2008


Onur Yıldırım kimdir ?

ODTÜ Tarih Bölümü nü bitirdikten sonra, New York Eyalet Üniversitesi nde yüksek lisans yaptı. Doktorasını Princeton Üniversitesi nde tamamladı. ODTÜ İktisat Bölümü nde Osmanlı, Türkiye ve Avrupa İktisat Tarihi dersleri veren Yıldırım ın "Diplomasi ve Göç: Türk-Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü" adlı kitabı İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları ndan çıktı.
hyetert
 
CEVAP YAZ - Onaylı Üyelik Gerektirir
isim:
konu:
cevap:
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım