Dr. İbrahim Özcoşar ile Süryaniler Üzerine...
Beyan Yayınlarından çıkan "19. Yüzyılda Mardin Süryanileri" kitabın yazarı Dr. İbrahim Özcoşar’la Süryanileri ve kitabını konuştuk.
27.09.2008 21:42
Süryani toplumunu araştıran Dr. İbrahim Özcoşar ın "19. Yüzyılda Mardin Süryanileri" (Beyan Yayınları, 2008) adlı kitabı yayımlandı. Dr. İbrahim Özcoşar ın uzun süre üzerinde çalıştığı kitapta Süryani Kilisesi, metropolitliği ve rahipliğinden soysal yaşantısına, misyonerlik yapılanmasından Süryanilerin kökenine kadar birçok konu yer alıyor. İbrahim Özcoşar la Süryanileri ve kitabını konuştuk.
Önce böyle bir çalışmayı niçin yaptığınızı sorarak başlayalım?
Yaşadığım coğrafyada, çok karşılaştığım bir topluluktu Süryaniler. Nüfus olarak, çok fazla anlam ifade etmese de günümüzde halen birlikte yaşadığımız ve inanç bakımından farklı bir topluluğun varlığına rağmen onlar hakkında bilgi sahibi olmamayı garipsemem önemli bir sebepti. Bir de Süryanilerin Hıristiyanlığı kabul eden ilk topluluk olduklarını öğrenince, ilgim daha da arttı.
Güneydoğuda Hıristiyan dendi mi akla hemen Ermeniler gelir. Belki Ege de de Hıristiyan kelimesi Rumlarla özdeşleşmiştir. Dikkat ederseniz her iki coğrafyada da yakın tarihte hoş anılarımız olmayan topluluklar geliyor aklımıza. Bu durum biraz da, yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan milletlerle durmadan çatışmışız ve birbirimize hep düşmanmışız havası oluşturmaktaydı. Aslında, son 200 yılı saymazsak, çok faklı din ve dillerle bir arada, modern çağa örnek oluşturabilecek, bir uyum içinde yaşadığımızı söylemek mümkün. Bu sebeple Süryaniler gibi yakın tarihte çatışma yaşamadığımız bir topluluk ilgimi çekti.
İşin bir de bilimsel boyutu var: "Özgünlük". Şimdiye kadar kimsenin pek fazla çalışmadığı bir alan, akademisyen olarak ilgimi çekti.
Müslümanlarla birlikte, Osmanlı toplumunu oluşturan Hıristiyan cemaatlerin sadece Rumlar ve Ermeniler olduğu şeklinde yanlış bir anlayışın ortaya çıkış sebepleri nelerdir sizce?
Rumlar ve Ermenilerin Osmanlı Devleti nin hemen her bölgesine yayılmış iki cemaat. Bununla birlikte bu iki cemaat Osmanlı devleti tarafından da el üstünde tutulmuş. Her iki cemaatin de İstanbul da patrikliklerin olması, bu patriklerin Osmanlı protokolü içinde yer alması, bir dönem Rumların daha sonra Ermenilerin resmi bazı görevlerde yoğun şekilde yer almaları, bu iki cemaatin 19. yüzyıla kadar ön plana çımalarının temel sebeplerini oluşturur. 19. yüzyıldan sonra ise önce Rumların daha sonra da Ermenilerin milliyetçilik akımının etkisiyle isyanlara başlamaları ve propaganda amaçlı olarak sadece Osmanlı sınırlarında değil dünya kamuoyunun gündemine girmek için gösterdikleri çaba bu iki cemaatin ön plana çıkmasına sebep olmuştur.
Bu çalışmayı yaparken milliyetçi yaklaşımların dışlayıcılıklarından çekinmediniz mi?
Açıkçası siz bu soruyu sorana dek böyle bir tepki hiç aklıma gelmedi. Belki yaşadığım yer böyle bir çekince taşımama izin vermedi. Türkçenin yanında, Kürtçe, Arapça ve biraz da Süryanicenin konuşulduğu Mardin de yaşıyorum. Doğduğum şehir Diyarbakır, için bu dillere bir de Zazaca yı eklerseniz… Böyle bir ortamda farklılıklara tahammül etmeyen bir düşünceye itibar etmeniz veya böyle düşünceleri dikkate almanız pek mümkün olmuyor.
Süryaniler, Mezopotamya´da yaşamış ve halen bir bölümü burada yaşayan bir halktır. Öte yandan Süryani kavramı, bu kavramla kendilerini niteleyen birbirinden farklı grupların bulunmasından dolayı zaman zaman karışıklığa yol açmaktadır. Bu kavram hususundaki karışıklıkların nedeni nedir, siz Süryani kavramını nasıl tanımlıyorsunuz?
"Süryani" I.yüzyılda kurulan Antakya Kilisesi etrafında toplanan Hıristiyanları ifade eden bir kavram. Bu kavramın nasıl ortaya çıktığı vs. gibi hususlar daha çok bilimsel teoriler düzeyinde. Açıkçası kelimenin kökeni günümüzde çok fazla anlam ifade etmiyor. Çalışmada bu teorilere değindim. Ama Süryanilerle ilgili asıl önemli meseleyi "Süryanilerin kökeni" oluşturuyor. Bu konu sadece araştırmacılar için zorluk oluşturmuyor, bundan daha önemli ve etkili olarak Süryaniler arasında da derin ayrılıklara sebep olmuş durumda. Tarih boyunca dini özellikleri ile ön plana çıkan ve kilise etrafında oluşturdukları teşkilatlanmayla varlıklarını devam ettiren Süryaniler 1850 erden itibaren Batılıların çalışmaları sonucu ve değişen dünyanın etkisiyle birçok Doğulu toplum gibi milliyetçi akımlardan etkilenmeye başlamışlar. Bu etki hem Süryani adı hem de Süryanilerin kökenlerine dair derin tartışmaları da beraberinde getirmiş. Şu anda Süryanilerin bir kısmı kendilerini kilise teşkilatından, tamamen bağımsız bir millet olarak tanımlıyor. Kiliseyi ve inancı milletleşmelerinin önündeki en büyük engel olarak görüyorlar. Bu düşüncelere karşı muhafazakar olarak nitelendirebileceğimiz Süryaniler kendilerini dini yönü ön planda bir topluluk olarak tanımlıyorlar. Milliyetçi kesim Süryanileri daha güçlü göstermek adına, neredeyse tüm Mezopotamya halkalarının Süryani olduğunu düşüncesini savunuyor. Ancak Süryani milliyetçilerinin de kendi içinde çelişkileri mevcut. Bugün dünyada Süryani nüfusu 5-6 milyon olarak tahmin ediliyor. Ancak bu nüfusun önemli bir kısmını, 3,5-4 milyon gibi, Hindistan da yaşayan Hint kökenli olan fakat Süryani kilisesine bağlı cemaat oluşturuyor.
Ben Süryanileri tanımlarken Hıristiyanlık Mezopotamya da yayılırken, Antakya Kilisesi etrafında toplanmış ve Hıristiyanlığı kabul etmiş, birbirine yakın bir dil kullanan akraba toplulukların tümü olarak tarif ediyorum.
Hz. Ömer in "Faruk" lakabının kendisine Süryaniler tarafından verildiğini, Faruk (Foruka) Süryanice "kurtarıcı" anlamına geldiğini aktarıyorsunuz.
Evet. Süryaniler kendi kaynaklarında belirtikleri bu rivayet, İslam kaynaklarında belirtilen rivayetlere uymuyor. Ancak Hz. Ömer gibi Müslümanların gözünde önemli bir yere sahip bir isme Süryanilerin kendileri tarafından isim verildiğini belirtmeleri, İslam toplumuyla kaynaşma isteğini göstermesi açısından önemli. Süryaniler bu rivayet adeta İslam tarihi içinde mümtaz bir yere sahip Hz. Ömer üzerinden, İslam tarihi içinde kendilerine de önemli bir rol belirlemiş oluyorlar.
Süryanilerin İslamlaşma sürecinin Ermenilerin, Türklerin İslamlaşma süreçlerinden farkları nelerdir? Süryanilerin yoğun olarak ihtida ettikleri yıllar var mı? Osmanlılar döneminde ihtida eden Süryani nin yaşamında ne gibi değişiklikler meydana gelirdi?
Gelişmiş ve tutucu bir kilise teşkilatlanmasına sahip Süryanilerin, İslam ın doğduğu ilk yıllara değin halen tevhid inancını devam ettiren birçok kiliseleri ve manastırları mevcut. Selman-ı Farisi nin hayat hikâyesinde bahsedilen manastır ve rahipler büyük ihtimalle Süryani idiler. Bu ilk dönemde Süryanilerin İslamlaşmasına yönelik ciddi çalışmalar mevcut değil. Ancak bu dönemde Süryanilerin azımsanmayacak oranda İslamlaştığını söyleyebiliriz. Müslüman olanlar, Süryani kimliğinin merkezinde kilise olması sebebiyle, Süryani kimliklerini kaybetmişler.
Osmanlı döneminde ise İslamlaşma daha çok ferdi olarak gerçekleşiyor. Bu dönemde İslam a geçiş sadece, geçiş yapan ferdi bağlıyor. Ne ebeveynleri, ne de eşi ve çocuklarını bağlamıyor. Bir gayrimüslimin İslam dinine geçişi için 19. yüzyılda belirli kurallara uyulmaya başlandı. Çünkü bu gibi olaylar kilisenin müdahalesi, bireyin eski dindaşları ve aile üyelerinin çıkardığı hadiseler ve bunlara bazen konsolosların da karışmasıyla neticeleniyordu. Bu nedenle 19. yüzyılda bir gayrimüslimin ihtida etmesi her şeyden önce onun serbest irade beyanına ve reşit olmasına dayanan belirli bir usulü izlemekle mümkündü. Devlet ve yöneticiler bu konuda son derece titizdi. Bir gayrimüslimin ihtida etmesinde takip edilen usule göre: Muhtedinin reşit olması, bir memurun ve papazın önünde irade beyanında bulunması gerekiyordu.
Müslüman olan bir Süryani nin yaşamında eski cemaatiyle kısa süreli bir çatışma dışında pek bir değişiklik olduğunu söylemek zor. Açıkçası sosyal hayat yönünden incelediğimizde, Osmanlı dönemi için, bir Süryani, Ermeni ve Müslüman ın yaşayış tarzları açısından fark görünmüyor.
Süryanilerin Osmanlı İmparatorluğundaki konumlarında tarihi süreç içerisinde ne gibi değişiklikler olmuştur?
Süryanilerin yaşadıkları coğrafya 16. yüzyılda Osmanlı hâkimiyeti altına girmiştir. Bu yüzyıldan sonra millet sistemi içinde yerlerini almışlardır. Ancak Süryaniler, Osmanlı başkentinde temsilcileri olmamaları sebebiyle, devlet merkeziyle ilişkilerini Ermeni patrikliği aracılığıyla yürütmüşlerdir. Bu durum bir anlamda Süryanilerin Ermenilere bağlı olduğu şeklinde bir hava oluşturmuştur. Ancak yüzyıllar boyunca Süryaniler kendi cemaat işlerine Ermenileri kesinlikle karıştırmamışlardır. İdari anlamda merkezle ilişkilerini Ermeni patrikliği üzerinden yapmalarına rağmen, Ermenileri ve Ermeni patrikliğini hem kendilerinden sonra Hıristiyanlığı kabul etmeleri hem de kendi patrikliklerinin Hıristiyanlık tarihi içinde daha etkin rol oynaması sebebiyle, küçük görmüşlerdir. 19. yüzyılda Ermenilerin milliyetçilik akımının etkisinde kalması ve Süryanileri de Ermeni nüfusu içinde göstermeye başlamaları üzerine, Ermenilerle bürokratik anlamda çatışmaya başlamışlardır. Bu çatışmalar 1913 te sonuç vermiş ve Süryani cemaati millet sistemi içinde bağımsız bir millet olarak Osmanlı Devletince tanınmıştır.
Osmanlı Devleti yaşadığı güçlükleri aşma adına, 19. yüzyıl boyunca Avrupai tarzda ıslahat girişimlerinde bulunmuş, ancak özellikle Batılıların müdahalesiyle devletin gayrimüslim tebaası arasında meydana gelen hoşnutsuzluğu bir türlü ortadan kaldıramayışının nedenleri nelerdir?
Osmanlı Devleti nin yaptığı tüm reformlara rağmen gayrimüslim vatandaşların arasında hoşnutsuzluğu ortadan kaldıramayışının temel sebebi "milliyetçilik" akımıdır. Bir yandan milliyetçiliğin olaylara getirdiği duygusal ve gerçekçilikten uzak bakış açısı diğer taraftan Batının Doğu Hıristiyanlarının milliyetçilik duygularını kendi emperyalist amaçları için kullanma ve körükleme çalışmaları… Açıkçası gayrimüslimlerin milliyetçi kesimleri artık rahat bir hayat istemiyorlardı, milliyetçiliğin nihai hedefi olan bağımsız devlet amacına kilitlenmişlerdi. Böyle bir ortamda Osmanlı Devleti nin yaptığı her ıslahat gayrimüslimler tarafından hedeflerine varmak için bir aşama olarak görülüyor ve her yenilikten sonra yeni haklar talep ediyorlardı. Tüm bunlara bir de Osmanlı Devleti nin içinde bulunduğu tüm yönlü zafiyeti eklersek bu hoşnutsuzluğu daha rahat anlayabiliriz.
19. yüzyılda Süryanilerde ne gibi değişiklikler meydana gelmiştir?
Süryani tarihini kendi içinde belli dönemlere ayırmak mümkün. Antakya Kilisesinin ortaya çıkışında İslam hâkimiyetine kadar olan dönemde Süryaniler bir yandan kristolojik çatışmalar diğer yandan Roma nın baskıları sebebiyle baskı ve zulüm dönemi yaşamışlardır. İslam hâkimiyetinden Moğol istilasına kadar geçen dönem ise Süryanilerin kültürel etkileşimde etkin oldukları bir dönem. Bu dönemde gerek çeviri faaliyetleri, gerek tıp ve astronomi alanlarındaki çalışmalarıyla İslam Dünyasında bilimsel gelişmeye büyük katkıda bulunmuşlar ve Müslüman yöneticiler tarafından el üstünde tutulmuşlar. 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ise Süryaniler için, benim fetret dönemi olarak nitelediğim bir dönem başlamış. Bu dönemde idari, bilimsel ve kültürel anlamda herhangi bir kaygısı olmayan, manastır (münzevi) hayatının hâkim olduğu bir topluluk olarak varlıklarını devam ettirmişler. 19. yüzyıl bu anlamda Süryanilerin uykudan uyandığı bir dönem olarak tanımlanabilir. Bu uyanışın temel sebebi ise misyon çalışmalarıdır. Yaşadıkları bölgede 17. yüzyıldan itibaren çalışmaya başlayan Katolik misyonerler Süryaniler arasında bir kesimi kendilerine bağlamayı başarınca, Süryani Ortodokslar kendilerini koruma refleksi ile harekete geçmişlerdir. 19. yüzyıl boyunca Süryaniler bir yandan Katoliklerle diğer yandan nüfuslarına durmadan müdahale eden Ermenilerle çatışma içindedirler.
Süryanilerin 19 yüzyıl başlarından itibaren din merkezli bir toplum olmaktan milliyetçilik merkezli bir topluma doğru yaşadıkları değişim sürecini kısaca özetler misiniz?
Süryani Kadimleri bir arada tutan en önemli ve hayati unsurun kilise teşkilatlanmasıdır. Zaman zaman, özellikle patriklik mücadeleleri ile sarsıntı yaşasa da, Süryanilerin ortaçağdan modern çağların başlarına kadar, inançlarıyla birlikte, taşıyabildikleri yegâne birleştirici unsur bu teşkilatlanmaydı. Süryaniler tanımlanırken kullanılabilecek en önemli kavram "Hıristiyanlık" tır. Süryani kültüründen de bahsedilirken de daima ön plana çıkan ve baskın olan Hıristiyanlık ve sonrasında geliştirilmiş olan kültürdür.
Misyon çalışmalarının Süryaniler üzerindeki önemli bir etkisi de, Süryani kilisesi için bugün bile önemli bir sorun olan Süryaniliği salt milli bir kimliğe dayandırma hatta Süryanileri kilisenin boyunduruğundan kurtarma çabalarına kadar ulaşacak olan Süryani milliyetçiliğinin alt yapısını oluşturmuş olmalarıdır. Misyon çalışmaları temel yapıları itibariyle milliyetçiliği kabul etmez gibi görünseler de, 19. yüzyılda Hıristiyanları Müslümanlara karşı daha güçlü kılmak adına her yolu denenmişlerdir. Özellikle misyonların zaman içinde sadece dini hedefleri olan gruplar olmaktan çıkıp, bağlı oldukları devletlerin emperyalist amaçları için çalıştıkları bölgede kendilerine sıkı sıkıya bağlı gruplar oluşturmaya çalışmaları milliyetçilik düşüncesini aşılamalarına sebep olmuştur.
Süryani milliyetçiliğinin temeli misyoner olmayan bir Batılı arkeolog Austen Henry Layard tarafından atılmıştır. Layard ile başlayan ve bölgede yaşayan Ermeniler dışında tüm Hıristiyanların kökeninin Asurîlere dayandığı düşüncesi belli bir müddet sonra bazı Süryani aydınlar tarafından da desteklenmiştir.
19. yüzyılda başlayan bu akım 20. yüzyılın başlarına kadar çok fazla etkili olmadı. Ancak daha sonra milliyetçilik düşüncesinde yaşanan aşırılıklar, Süryani-Asurî kutuplaşması şeklinde kendini gösterdi. Milliyetçiler kendilerine hedef olarak kiliseyi seçtiler ve kilise ile çatışmaya girdiler. İki bin yıllık bir inanışı ve kiliseyi hiçe sayarak kiliseye savaş açan Süryani milliyetçileri Süryani toplumu içinde kilise taraftarları ve milliyetçiler şeklinde bir bölünmeye sebep oldular.
19. yüzyılda Süryanilerin resmi olarak Ermeni Patrikliğine bağlılıkları ne anlama gelmektedir? Süryanilerin Ermeni Kilisesi nden bağımsız olma girişimleri nasıl sonuçlanmıştır?
Osmanlı Devleti nde millet sistemi gereği her cemaatin İstanbul dan idaresi öngörülmüştü. Ancak birçok Hıristiyan cemaatin İstanbul da temsilcisi bulunmuyordu. Dolayısıyla bu cemaatler İstanbul da patriklik düzeyinde temsil edilen Rum ve Ermeni cemaatler aracılığıyla merkezi hükümetle olan ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Burada rol oynayan temel faktör Osmanlı Devleti nin merkeziyetçi anlayışıdır. Ancak zaman içinde Ermeniler Süryanilerin kendilerine bağlılığını kullanmaya çalışınca, Süryaniler İstanbul bir kilise açarak Ermenilerden bağımsız olma girişiminde bulunmuşlar. Bu girişim fiili anlamda 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sonuç vermesine rağmen, resmen 1913 te Osmanlı Devletince Süryanilerin bir millet olarak tanınmasıyla sonuçlanmıştır.
Müslümanlarla Süryani ilişkilerinde özellikle emperyalist yayılmacılık siyasetlerinin uygulanmaya başladığı yıllarda ne gibi değişiklikler meydana gelmiştir?
Mezopotamya, coğrafi konumuna bağlı olarak tarih boyunca birçok kavmin, etnik grubun ve dinsel cemaatin yurdu olmuştur. İlk çağlardan itibaren büyük imparatorlukların sınırı olan bölge, bu özelliği dolayısıyla imparatorluklar arası çatışmanın da merkezi olmuştur. Siyasi otoriteler arasındaki bu çatışmalar, çoğunlukla bölgede din ve etnik köken olarak farklı toplulukları da karşı karşıya getiren bir unsur olmuştur. Özellikle, İslam hâkimiyeti öncesinde Bizans-Sasanî çatışmaları sırasında, her iki taraf da kendi taraftarı olarak kabul edip siyasi açıdan destekledikleri dini grupları bu çatışmalarının öncü kuvvetleri olarak kullanmışlardır. Bu durum bölgede yaşayan toplulukların, özellikle farklı mezhepteki Hıristiyan grupların, birbirlerine karşı katliamlara varan çatışmalarını da beraberinde getirmiştir. İslam hâkimiyetinin ardından bölgede, çatışma kültürünün yerini artık hoşgörü kültürünün aldığını söylemek mümkündür. İslami dönem içinde bu hoşgörü kültürünün, en sistematik haliyle yaşandığı dönem olarak Osmanlı hâkimiyeti dönemini gösterebiliriz.
19. yüzyıl bu hoşgörü kültürünün bozulmaya başladığı yüzyıldır. Bu yüzyılda Hıristiyan cemaatler ile Müslümanlar arasında bir yandan batılıların destekleri diğer yandan Osmanlı devletinin içinde bulunduğu zafiyet sebebiyle çatışmaların başladığı dönemdir. Ancak Süryani cemaati bu yüzyılda daha çok bu çatışmaların parçalayıcı etkisinden kendini korumakla meşguldür. Dolayısıyla bu çatışmalardan hep uzak durmuşlardır.
Süryanilerin diğer gayrimüslimlerle ilişkileri nasıldır?
İslam hâkimiyetinde yaşayan Hıristiyan cemaatlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bilimsel olarak göz ardı edilmiş bir konudur. Süryanileri araştırırken, özgün sayılabilecek bu konu hakkında ciddi araştırmalar yapılmamış olmasına şaşırdım. Osmanlı hâkimiyetinde Hıristiyan cemaatlerin birbirleriyle ilişkilerinde, Hıristiyanlığa Roma devrinden miras kalan kristolojik çatışmaları devam ettiriyorlar. Bu çatışmalar felsefi düzeyde devam etmiyor ama cemaatlerin birbirlerini kabul etmelerini engelleyen bir unsur olarak varlığın devam ettiriyor.
Süryaniler de kendileri dışında kalan hemen tüm cemaatlere mesafeli davranmışlardır. Gregoryen Ermenilerle aynı mezhepten olmalarına rağmen Ermenileri küçümseme tavrı vardır Süryanilerde. Süryani Kilisesi kaynaklarında Ermenilerin, Hıristiyan olmalarının kendi aracılıklarıyla olduğu ve Ermeni Kilisesinin ancak 4. yüzyılda kurulduğu belirtilir. 18. yüzyıldan itibaren birlikte yaşadıkları coğrafyada Ermenilerin önemli bir kısmı Katolikleşince bu küçümseme yerini fiili bir çatışmaya bırakır. Bu çatışmanın temelinde Ermeniler vasıtasıyla Katolikliğin kendi cemaatlerine de sıçrayacağı korkusudur.18. yüzyılın sonlarında korktukları başlarına gelince, bu kez kendi cemaatlerinden Katolikleşenlerle çatışmaya başlarlar.
Burada ilginç olan nokta hemen tüm gayrimüslim cemaatlerin birbirleriyle ilişkilerinin Müslümanlara ilişkileri kadar iyi olmadığıdır.
Süryanilerde eğitim faaliyetleri nasıl yürütülür?
Modern çağ öncesi eğitim faaliyetlerinin din temelli olması sebebiyle dini mekânlar aynı zamanda birer eğitim kurumu olarak da faaliyet göstermişlerdir. Hatta genç nesillere verilecek eğitimin temelinde inanca yönelik eğitim ön planda olduğu için eğitim, dini kurumların temel işlevlerinden biri olmuştur. Bu yönüyle bakıldığında bir Yahudi havrası, bir Hıristiyan kilisesi veya manastırı, bir Müslüman camisi aynı zamanda birer okuldur.
Süryaniler de dini mekânlarını aynı zamanda okul olarak kullanmışlardır. Köylerde ve mahallelerde ilk eğitimin verildiği yerler kiliselerdir. Daha üst düzey eğitimler için genellikle şehir dışında inşa edilmiş manastırlar kullanılmıştır
5. yüzyılda Bizans baskısı sonucunda Yunan bilim geleneğine sahip pek çok Hıristiyan ın doğuya kaçması, Süryani kilisesindeki bilimsel gelişmeyi de olumlu yönde etkilemiştir. Süryaniler 13. yüzyıla kadar felsefe, tıp, riyaziye ve Yunanca alanlarında çok önemli bir etkiye sahip olmuşlardır. Bu yönleriyle İslam dünyasını da etkilemişlerdi.
13. yüzyıldan itibaren ise Süryani kilise ve manastırları sadece din eğitiminin verildiği klasik eğitim kurumlarına dönüşmüştür. 19. yüzyılda ise cemaatlerini misyonerlerin etkisinden korumak için bazı girişimlerde bulunmuşlarsa da Doğu dünyasının içine düştüğü zafiyetten tam anlamıyla kurtulamamışlardır.
Süryani Rönesansı ile neyi anlatmak istiyorsunuz?
19. yüzyılda yaşadıkları bölgedeki değişimler Süryanileri de etkiliyordu. Özellikle misyon çalışmaları ve bu çalışmalar sırasında Süryani cemaatinin yaşadığı bölünme Süryanileri bu bazı önlemler almaya itiyordu. Bu önlemler içinde en önemlisi misyonerlerin kullandığı vasıtaları kullanmaktı. Kilise okullarını geliştirmek, kitaplar yayınlamak vs.
Süryani Kadimlerin bu faaliyetleri için "Rönesans" ifadesini kullanmak biraz iddialı da olsa, Avrupa Rönesanssının alt yapısını oluşturan kültürel mantığın Süryaniler arasında da yayıldığını görmekteyiz. Bu dönemde kilise mensupları içinde eski Süryanicenin hatta İbranice ve Grekçenin tekrar öğretilmesi gerektiğini düşünen rahipler vardı. 1879 da Diyarbakır da Süryani Kardeşler Derneği tarafından açılan okul, Süryanilerin eğitim alanında da modernleşme sürecinden etkilendiklerini göstermesi açısından önemlidir. Bunların yanında Süryanilerin 19. yüzyılda "Rönesans" olarak nitelendirilebilecek en önemli faaliyetleri Mardin de Deyruzzafaran Manastırı na kurulan matbaadır.
Son olarak merak ettiğim bir soruyla söyleşiyi bitirelim istiyorum: Türkiye deki Süryaniler bu gün nerelerde yoğun olarak yaşamaktadırlar?
Günümüzde Türkiye de Süryaniler yoğunlukla Mardin ve İstanbul da yaşıyorlar. Diyarbakır ve Adıyaman da da çok az sayıda da olsa Süryani cemaati bulunuyor. Ancak Mardin sadece Süryanilerin sadece nüfus olarak yaşadığı değil, Süryaniliğin de kültürel olarak manastırlar ve kiliseler aracılığıyla yaşandığı bir şehirdir.
Röportaj: ASIM ÖZ
Haksöz-Haber
|