Renkler Solmasın Kültürler Kaybolmasın

             
 
GÜNCEL
ARAMA MOTORU

Web'de Ara Site içinde Ara
 
Forum sözleşmesi


E-posta: Şifre: Şifre Hatırlat | Üye Ol

KONUYU AÇAN: Özcan 88.247.129.***
18.02.2009 15:48:44
Konu: Q, W, X
Lanetli harfler ülkesi

Baskın Oran 14/02/2009
Bu yazıyı 72 milyondan isterse hiç kimse okumasın. Ama bir avuç savcı ile yargıç okusun isterim. Çünkü meşruiyete en büyük önemi veren bu grubun büyük çoğunluğu, bırakın hukuku, yasayı bile uygulamıyor

BASKIN ORAN (Arşivi)


01.01.09’dan itibaren TRT düzenli (ve beğenilen) bir Kürtçe kanal açtı. Başbakan da bir cümle Kürtçe konuştu. Tabii, buraya gelmek için galiba 40 bin vatandaşımızın ölmesi mi gerekti, o ayrı mesele. Giden gitti; söyleyeceğim başka: Türkiye’de 12 milyon kişinin dili hâlâ yasak. Öncesini bırakın; son bir yılda Kürtçe neleri yasak ettik, arşivimden tarih sırasıyla vereyim ve kaynaklarını da koyayım ki inanmayan açıp kontrol etsin:
Hapiste annesiyle konuşmak (Radikal, 15.05.08). Cep telefonuyla sokakta konuşmak (Radikal, 06.06.08). Parka çiçek adı vermek (Antenna, no. 25, 15.08.08). Kola markası yapmak (Radikal, 30.08.08). Seçim konuşması yapmak (BİA, 12.09.08). Pankart asarak bayram kutlamak (Radikal, 02.10.08). Mahkemede savunma yapmak (Taraf, 11.10.08). TBMM’ye davetiye yollamak (Taraf, 03.11.08). Bayram tebriki yollamak (Radikal, 23.11.08). Mezar taşı yazdırmak (Radikal, 23.11.08). Hatır sormak (Taraf, 07.12.08). Q, W, X harflerini kullanmak, hatta isminde varsa yurtdışından giriş yapmak (Radikal, 27.12.08). Su istemek (Sırrı Sakık) ve “Merhaba” demek (Nuri Yaman, İbrahim Binici) (Radikal, 13.01.09).
“Bunların bazıları TRT-Şeş başlamadan önce!” diyorsanız yanlış. Mesela “lanetli harfler” (Q, W, X) yasağı hem mahkemelerde devam ediyor (aman, mahkemeler www.icisleri.gov.tr’yi duymasın!), hem nüfus cüzdanlarında. Çünkü Yargıtay bu üç harfin çocuk isimlerinde yasaklanmasını daha Nisan 2004’te onaylamıştı (G. Tahincioğlu, Milliyet, 15.04.04). Mesela Adalet Bakanlığı serbest bıraktı ama Bolu cezaevinde telefonda Kürtçe konuşanlara tebligat yapıldı: “Devam ederseniz, bu ‘olumsuz davranışa yönelik gruplaşma’ sayılacak” (Radikal, 15.01.09). Mesela TBMM’ye geçen ay gelen 97 dokunulmazlık kaldırma fezlekesinin 3’ü Sakık, Yaman ve Binici’yle ilgili (Radikal, 13.01.09).
Tanrıkulu’nun harikulade serüvenleri
Biraz derine inersek, sadece üç Kürt’ün yaşadıkları yeter de artar: Eski milletvekili Mahmut Alınak, politikacı Orhan Miroğlu, yayıncı Mehdi Tanrıkulu.
Alınak üç “lanetli harf”i kullandı. Her seferinde 6 ay ceza aldı. Paraya çevrildiğinde ödemedi, protesto için hapse girdi. Miroğlu seçimde Kürtçe konuştu, 6 ay aldı, Yargıtay’a da başvurması yasak. Çünkü mahkeme yeni CMUK hükmünü uygulayarak “cezanın açıklanmasını” erteledi. Miroğlu mecburen yabancı yargı organına başvurdu: AİHM.
Tanrıkulu’nunki tam bir trajikomik durum olduğu için daha yakından görmek lazım (bkz. E. Önderoğlu, BİA, 20.02.08 ve İ. Saymaz, Radikal, 31.03.08). Her şey, bu inatçı zatın Diyarbakır’da bir tutuklu hakkında bir savcının “Sözde Kürt halkı” demesiyle başlıyor. Tanrıkulu savcıyı Kürtçe bir dilekçeyle şikayet ediyor. Sonucu beklerken Emniyet’ten tebligat geliyor: “1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’a muhalefet ettiğiniz için hakkınızda dava açılmıştır”.
Ahmed Mithat Efendi merhumdu galiba, yazılarının kimi yerlerinde “Dur Kariim!” der (karî=okuyucu) ve romanda mesela sözünü ettiği dikiş makinesinin nasıl çalıştığına ilişkin teknik izahata girişirdi uzun uzun. Ben de bu yazıda mecburen böyle yapıp kimi yasaları aktaracağım.
Dur kariim! Bu kısa kanunu açıp baktım, “Arap harfleri yerine Latin esasından alınan harflerin kullanılması mecburidir” diyor. Anlaşılan savcı başka bir şey bulamayınca Eski Türkçe’yi bitirmek için çıkartılmış bu yasayı Kürtçe’yi önlemek için devreye sokmuş. Uysa da, uymasa da. Arkasından, Şapka Kanunu ile 1353 s. kanuna muhalefete 2-6 ay arası hapis öngören TCK md. 222’ye göre sanığın cezalandırılmasını istemiş.
Duruşma başlıyor, yargıç soruyor: “Koridorda Türkçe konuşuyordun. Burada bölücülük mü yapıyorsun?”
Dur kariim! Lozan’ın 39/5 maddesi aynen şöyle diyor: “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, TÜRKÇE’DEN BAŞKA BİR DİL KONUŞAN Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır”.
Bu hüküm gereği yargıç Kürtçe, vs. bir dilekçeyi kabul etmeyebilir, çünkü yazılı. Ama Kürtçe’nin sözlü olarak kullanılmasını reddedemez. Ederse, en azından Anayasa md. 90/5’i ihlal etmiş olur. Tabii, cezalandırmak da fantastik bir iş. Hele de, Arap harfleriyle ilgili 1928 tarihli yasayı kullanarak.

‘Burada sadece Türkçe konuşulur’
Devam edelim kariim. Sonunda yargıç bir Kürtçe çevirmene razı oluyor. Ama ikinci duruşmaya başka bir yargıç geliyor ve diyor ki: “Bölücülük yapıyorsunuz. Vatan için bu kadar savaş vermişiz. Burada sadece Türkçe konuşulur”. Lozan diye bir şeyi hiç duymamış. Tanrıkulu buna aynı makamdan cevap veriyor: “Bizim de atalarımızın kemikleri halen Çanakkale’dedir”.
Son duruşmada yargıç Tanrıkulu’ya soruyor: “Aynen devam mı?” Yine Kürtçe konuşunca sanığı şu gerekçeyle üst sınırdan 6 aya çarptırıyor: “Resmî dilin Türkçe olduğu şeklindeki hükmü kabul etmeme ve yargılanmasını da ‘maksadın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek’ kabilinden yargılama mercilerini araç ve aracı kılarak bu hükmü kabul etmeme, bu konuda direnç, inat ve mücadele örneği sergilemekte olduğu...”
Arkasından da, Kürtçe savunma verdiği yani “aynı suçu tekrar işlediği” için “1928 tarihli kanuna ve TCK md. 222’ye göre” ayrı bir suç duyurusunda bulunuyor (bu dava şu anda devam ediyor).
Tanrıkulu hakkında başka davalar da açılıyor. Oralarda da Kürtçe konuşuyor ve dilekçe veriyor. İlkinde, ifade verirken savcı şöyle diyor: “Benim kafamın tasını attırmayın. Burada sadece Türkçe konuşulur. Kürtçe konuşacaksanız burada ne işiniz var, geçin K. Irak’a gidin. TC kimliği niye taşıyorsunuz?” O da Lozan’ı duymamış. Bir de, Kürtçe konuşmak için bağımsız devlet kurmayı öğütlüyor sanki.
Bir üçüncü davada yargıç şöyle diyor: “Senin memleketinde [Diyarbakır] görev yapmışım. Türkçe biliyorsun neden konuşmuyorsun?” Yine konuşunca: “Sen hâlâ ısrar mı ediyorsun? Son kez söylüyorum, bak içeri atarım. Yaz kızım, sanık ‘Türkçe konuşmayacağım’ dedi. İddia makamından soruldu...”
Ama bu davada iddia makamı (savcı) farklı davranıyor: “Sanığın savunmasının alınması için Kürtçe bilen bir tercümanın temin edilmesi için yazı yazılması”nı talep ediyor. Yargıç özel dershaneden diplomalı tercüman önerisini reddediyor, Emniyet’ten istiyor. Gelen polis başarısız olunca duruşma yine erteleniyor ve çevirmen aranmaya başlanıyor. Sonunda diyor ki: “İnternetten yeminli tercüman bulamadık, sizin getirdiğinizi kabul edeceğim”. Bu dava da halen devam ediyor.

Yargıçlarımız lütfen Lozan’ı öğrensin
Duruşma salonlarının alnında “Adalet Mülkün Temelidir” yazar. Buradaki “mülk”, ev-arsa değildir. TDK, Türkçe sözlük, “mülk” maddesine göre “Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke” diyor. Yani, “Devlet”.
Bu yazıyı 72 milyonda isterse hiç kimse okumasın. Ama bir avuç savcı ile yargıç okusun isterim. Çünkü meşruiyete en büyük önemi veren bu grubun büyük çoğunluğu, bırakın hukuku, yasayı bile uygulamıyor. Devletin meşruiyetini sarsıyor.
Anayasa md. 90/5 hükmü, yasalar ile Lozan’ın çatışması halinde ikincisinin uygulanmasını emrediyor. Lozan md. 39/4 ise şöyle diyor: “Herhangi bir Türk uyruğunun ... din, basın ya da her çeşit yayın konuları ile açık toplantılarında DİLEDİĞİ BİR DİLİ kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama getirilmeyecektir”.
Ama yargı mensuplarımız Lozan’ın bu sayfasını henüz okumamışlar. Onun için kalkıyorlar, Siyasi Partiler Kanunu’nu uygulayıp mesela md. 43/3’e göre adayların Kürtçe kullanmasını cezalandırıyorlar. Mesela md. 81’e göre parti toplantı ve propagandalarında Kürtçe kullanılmasını mahkum ediyorlar. Yapamazlar; Lozan 39/4 varken yapamazlar.
Yargı mensuplarımız 39/5’i de henüz okumadıklarından duruşma salonlarında yukarıda anlattığım trajikomik sahnelere sebep oluyorlar. TC vatandaşlarını yabancı mahkemelere yani AİHM’ye gitmeye zorluyorlar. Ve tabii, Allahın emri, Kürt milliyetçiliğinin kuvvetlenmesine sebep oluyorlar.
Acaba hiç olmazsa bu son nokta kendilerini ikna etmeye yeterli midir? 21 Şubat Uluslararası Anadili Gününüz kutlu olsun!
 
Kimden: baterisst  78.182.68.4***
19.02.2009 10:50:23
Cevap: Q, W, X
Türkiyede yaşayan kürtler gibi bir azınlık grubun devlet tarafından hala tanınmadığını böyle bir grubun yok olduğunu hala anlamamışsınız herhalde.Lozanın bahsettiği diller resmi dillerdir.Yani Fars dilinin bir lehçesi olan kürtçe tek başına bir dil değildir.En azından tarih ve bilim böyle diyor.Ayrıca kürt vatandaşlar lozan zamanında "bizler azınlık değiliz,farklı değiliz bizler türküz" diyerek lozan antlaşmasınn dışında kalmışlardır.Aynı süryaniler gibi.Doğal olarak lozan haklarınada sahip değillerdir.Ama bu lozan kanunları ermeniler,rumlar gibi resmi azınlık grublarını kapsar.
Hal böyle iken devletin Kürtlere yapmış olduğu bu mütevazi hareket yani heşt tv kürtler için iyi bir sonuçtur kanımca.
Devletimizden Diğer etnik gruplar içinde böyle bir hareket çok iyi olur.Yoksa bu hareket tarihde olduğu gibi sadece kürtlere yapılan bir imtiyaz olarakmı kalacak.Umarım Böyle olmaz.
 
Kimden: bawer  78.186.121.***
3.03.2009 14:44:05
Cevap: Q, W, X
[8 Ekim 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]

Avrupa Birliği Komisyonu nun 6 Ekim 2004 tarihli "Türkiye Raporu"nda, ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımız "azınlık" olarak tanımlanıyordu, ancak hükümet son dakikada müdahale ederek bu ifadeyi değiştirtti. Yine de bu konu önümüzdeki dönemde sorun olacağa benziyor.

Nitekim, Cengiz Çandar ın da işaret ettiği gibi, raporun İngilizce baskısının 48. sayfasında Türkiye nin azınlıkları Lozan terminolojisi çerçevesinde anladığı işaret ediliyor ve bunun "azınlık haklarının korunmasını önlemek açısından kaygı verici olduğu" ileri sürülüyor.

Bu kaygı, aslında bir anlayış farkından kaynaklanıyor. Avrupa ya göre "azınlık" bir ülke içindeki etnik veya dini her türlü farklı grubu ifade ederken, Türkiye geleneğinde "azınlık" kavramından sadece farklı dini gruplar anlaşılıyor.

Lozan daki Türk heyetinde yer alan Rıza Nur anılarında buna işaret ederek, "Frenkler bizde ekalliyet (azınlık) diye üç nevi biliyorlar: Irkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet" dedikten sonra, "bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırmaya verdim... Pek müşkilat ile fakat kaldırdım" diye yazmıştı.

Rıza Nur un ve Lozan daki Türk heyetinin argümanının en büyük kanıtı ise, "azınlık" olarak tanımlanmak istenen Kürtlerin, bu kavramı reddedişidir.


Kürtler in Osmanlı ya Sadakati

Kürtlerin "azınlık" kavramına tepkisini anlamak için, Osmanlı içindeki tarihlerine bir göz atmak gerekir.

Kürtler, kendi istekleriyle Osmanlı egemenliğine girdikleri 16. yüzyıldan bu yana Türklerle bir arada kardeşçe yaşadılar. Ortak düşmanlarla karşı, omuz omuza birlikte mücadele ettiler. Osmanlı nın parçalanma döneminde de, impatorluğa büyük bir sadakat gösterdiler. Bu sadakatinin en çarpıcı göstergesi, 1912 den 1918 ye kadar aralıksız devam eden kanlı savaş yıllarında imparatorluk ordularında çarpışmalarıydı. Ardarda gelen Trablusgarp, Yemen ve Balkan Savaşları ve hemen sonra patlak veren I. Dünya Savaşı nda, pek çok Kürt Osmanlı ordusunda görev aldı. Kürt tarihi uzmanı David McDowall şöyle yazar:

"Kürtler Osmanlı ordusuna kayda değer bir insan gücü sağladılar. Binlerce Kürt asker, Sarıkamış taki Üçüncü Ordu da ve diğer cephelerde hayatını kaybetti. Doğal olarak, düzenli orduda görev yapmaya karşı evrensel bir gönülsüzlük vardı, ama bu durumda bile, çoğu silah altına girdi. Bölgedeki (doğu Anadolu daki) Osmanlı kuvvetlerinin büyük bölümü Kürtlerden oluşuyordu."

Kürtler, sadakatlerini, oldukça da ağır bir bedele rağmen korudular. Dünya Savaşı yılları boyunca, Rus-Ermeni kıyımları, ardından gelen açlık ve salgın hastalıklar sonucunda yaklaşık 500 bin Kürt sivil yaşamını yitirdi. David McDowall, savaşa katılan askerlerle birlikte bu rakamın 800 bine çıkarılabileceğini belirmektedir. Bunun anlamı, 300 bin Kürt ün de Osmanlı orduları safında savaşırken can verdiğidir.

Kürtler, Kurtuluş Savaşı na da büyük destek verdiler. Atatürk, Samsun a çıkışından hemen sonra Kürt ileri gelenlerine telgraflar çekmiş ve onlardan büyük destek görmüştü. Bu destek, Milli Mücadele boyunca sürdü. Urfa ve Maraş ın düşman işgalinden kurtarılmasında, Kürtler çok önemli roller üstlendiler. İsmet İnönü nün yıllar sonra belirttiği gibi, "Kürtler... Milli Mücadelenin devamınca canla başla gayret gösterdiler."


Kürtlerin Sevr e Protestosu

Ancak Milli Mücadele ye destek vermektense, savaşın galip devletleriyle işbirliği yapmayı seçen az sayıda Kürt de vardı. Bu devletlerin Osmanlı yı nasıl paylaşacaklarına karar vermek için düzenledikleri Sevr Konferansı na, bir grup Kürt temsilci de katıldı. Bunlar milliyetçi Kürt entellektüelleriydi. Başlarında Şerif Paşa vardı ve amaçları Ermenilerle anlaşarak, Anadolu nun bir parçasında bir "Kürt Devleti" oluşturmak için Avrupalı devletlerden onay almaktı. Ermenilerle gerçekten anlaştılar ve Avrupalı devletlerden aradıkları desteği de buldular.

1920 Ağustos unda imzalanan Sevr Antlaşması nın 62. maddesi, "yoğun olarak Kürtlerin yaşadığı bölgelere yerel otonomi" verilmesinden söz ediyor, 64. madde ise "Kürt halkları"nın "Türkiye den bağımsızlık elde etmeleri"nin dahi yolunu açıyordu.

Ne var ki bu "Jön" Kürtler, Avrupalı diplomatlardan aldıkları desteğin bir benzerini, güneydoğu Anadolu da bulamadılar. Kürtler arasında bu habere duyulan şiddetli tepki, Paris e bir seri telgrafın yollanmasına neden oldu. Bu telgraflarda Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemedikleri hararetle savunuluyordu. Erzincan dan on ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine yolladıkları telgrafta "Türklerin ve Kürtlerin soy ve din itibarıyla kardeş olduklarını" vurguluyorlardı.

Öte yandan Milli Mücadele lehindeki fetvayı Mustafa Kemal Paşa yı destekleyen Kürt din alimleri de imzaladılar. Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 5 Mayıs 1920 tarihli sayısında yayınlanan ve Halife nin "esaret ve hakaret"ten kurtulmasını savunan fetvayı imzalayanlar arasında; Diyarbakır, Urfa, Hizan, Bayezid, Diyadin, Hınıs, Siverek, Viranşehir, Bitlis, Silvan, Van gibi Kürt yoğunluklu bölgelerin Kürt müftülerinin de isimleri yer alıyordu.


Kürt Mebuslar: "Azınlık Değiliz"

Kurtuluş Savaşı na "canla, başla" destek veren Kürtler, savaşın ardından başlayan Lozan görüşmeleri sırasında da, Türklerle kader birliği yaptılar.

Lozan da da, Avrupalı devletler Kürtler in "azınlık" olduğunda ısrar edince, İsmet Paşa buna karşı çıkarak şöyle demişti:

"Türkler ve Kürtler Türkiye nin ana unsurlarıdırlar. Kürtler bir azınlık değildir. Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir."

Lozan daki Türk heyetinin azınlıklar konusundaki en büyük destek ise, Meclis teki Kürt temsilcilerden gelmişti. Erzurum milletvekili Necati Bey ile Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922 de Meclis kürsüsünden yaptıkları konuşmalarda Lozan daki Türk heyetinin tezine yürekten destek vermişlerdi. Yusuf Ziya Bey, Sevr i bir "paçavra" olarak niteleyip Avrupa devletlerine karşı çıkarak, Türk-Kürt kardeşliğini vurgulamıştı. Bu konuşma, Meclis tutanaklarında şöyle geçiyor:

"Avrupalılar diyorlar ki: Türkiye de yaşayan azınlıkların en büyüğü, en kalabalığı Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürtler vaktiyle Avrupa nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyle bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire Cephesi nde çarpıştık. (Alkışlar) Nasıl ki, Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz. (Alkışlar) Binaenaleyh sözüme son verirken muhterem heyetinizden rica ederim ki, azınlıklar mevzuubahis edildiği zaman Kürtlerin hiç bir talebi olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak buradan söylediklerimi söylesin ve iddia etsin."


"Türk, Kürt Tek Bir Vücuttur"

TMBBB nin bir sonraki celsesinde ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır, Van milletvekillerinin hepsinin altına imza attıkları şu metin yayınlanmıştı:

"Türk, Kürt tek bir vücuttur. Kürtler, hiç bir vakit Türkiye camiasından ayrılamaz ve bunu ayırmak için hiç bir kuvvetin tesiri yoktur. Avrupa hükümetlerinin Kürtleri müdafaa etmeye salahiyetleri olmadığı defaatle memleketimiz halkıyle beraber protesto edilmiş olduğu halde, yine azınlıkların mevzuubahis edilmesi şayanı teessüftür. Kürtler her vakit Türklerle beraber vatan uğrunda daima ölmüş ve ölmeye hazır oldukları cümlenin malumudur."

25 Aralık 1922 de ise, Sivas milletvekili Hüseyin Rauf Bey, yine Meclis Kürsüsü nden şöyle konuşmuştu:

"Malumu aliniz efendiler, İngiliz lerin Türkiye de yaşayan Türk ve Kürtleri imha edebilmek için teşebbüsatlarının hepsi bu iki necip milletin birliği karşısında iflas etmiştir. Her türlü fesadları din kardeşi, kan kardeşi, emel kardeşi olan insanların karşısında erimiştir... [Kürtlerin] Türkiye halkı ile mukadderatları birdir, her şeyleri birdir, gayeleri, dinleri birdir. Azınlıklar bunlara teşmil olunamaz. Bugün Kürt için azınlık mevzu bahis etmek, Türk için azınlık bahsetmek demektir. Şu halde bu tamamen reddolunmuştur."

Türkiye, bu atmosfer içinde Lozan a gitti ve orada, bu ülkede sadece gayrimüslimlerin azınlık olduğu tezini dünyaya kabul ettirdi. Kürtler, bunu sonuna kadar desteklediler.

Bugün de Kürtler, Türklerle paylaştıkları ortak din, tarih ve kültür nedeniyle, onlarla aynı milletin bir parçası. Elbette gayrı müslim vatandaşlarımız da milletimizin bir unsuru, ancak onların "azınlık" olduklarını kabul ediyor ve o tanımlamayla kendilerini kucaklıyoruz. Kürtler ise "azınlık" değiller.

Bu gerçeği Lozan da olduğu gibi bugün de savunmak ve Rıza Nur un ifadesiyle "Frenklerin" bu konudaki yaklaşımının hatalı olduğunu göstermek gerekiyor.


Atatürk, Milli Birliği Müslüman Kimliğine Dayandırdı

Osmanlı İmparatorluğu nda "milletler", etnisitiye veya ana dile göre değil, dine göre tanımlanırdı. Türk, Kürt, Arap, Boşnak, Arnavut gibi tüm Müslüman unsurlar, tek bir "millet" sayılıyordu. Bu anlayış, söz konusu unsurlar arasında tarihi bir kaynaşma ve kardeşlik meydana getirdi ve bu sosyolojik gerçek Cumhuriyet tarafından da benimsendi.

Bilindiği gibi Cumhuriyet le birlikte, daha önceden dini bir kimlikle tanımlanan toplum, ulusal bir kimlikle tanımlanmaya başladı. Ama aslında pratikte Osmanlı yapısı sürdü. Atatürk, Ziya Gökalp in "ortak kültür, ortak din" şiarına bağlı kalarak, Türkiye nin inşasında asli kimlik olarak Müslümanlığı benimsedi.

Bunun en belirgin göstergesi, Atatürk döneminde Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar gibi Türk olmayan Müslümanların Türkiye ye göç taleplerine olumlu cevap verilmiş olmasıydı. Oysa aynı olumlu cevap, Müslüman olmayan Türklere (Hıristiyan Gagavuz Türklerine) verilmemişti. Öte yandan da ülkedeki gayrimüslim Rumlar, Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi ile oradaki Müslüman Türkler ile değiştirilmişti. Hatta, Konya yakınlarında Rum Ortodoks Kilisesi nin Türkçe konuşan cemaati, ibadetlerini Türkçe yapmalarına ve hiç Rumca bilmemelerine karşın Yunanistan a gönderilmişti.

Genç Cumhuriyet, ülkedeki temel birleştirici unsurun Müslümanlık olduğunun bilincindeydi.

Bu politika sonucunda, Boğaziçi Üniversitesi nden Kemal Kirişçi ve Gareth Winrow un ifadesiyle, "Türklük, İslam la oldukça bağlantılı kaldı." (Kirişçi & Winrow, "Kürt Sorunu", s. 103)

Büyük sosyoloğumuz Şerif Mardin de, bu konuda şu önemli tespiti yapar:

"Cumhuriyet... ümmet yapısının devam etmesini sağladı. Yurtseverlik, birleşik olmak ve (dışarıdaki) ötekilere direnmek, bir ümmet duygusu geliştirmenin yollarıydı. Okullarda birlik, beraberlik ve bütünlük kavramına yapılan vurgu, insanları ümmet fikrinden çok da uzaklaştırmadı." (Mardin, "Din ve İdeoloji", s. 139)


Kaynaklar:
Çağrı Erhan (ed), "Yaşayan Lozan", Ankara, 2003
"Türk Parlamento Tarihi", TBMM Yayınları, Ankara, 1995
David McDowall, "A Modern History of the Kurds", London, 1996
Selahattin Tansel, "Mondros tan Mudanya ya Kadar", Ankara, 1978



 
Kimden: baterisst  78.182.69.2***
3.03.2009 15:13:59
Cevap: Q, W, X
Velasım nolduda bu kadim dostlar birden birbirlerine düşman oldular.Türkiye gerçek bir kurtlar vadisi.Ve bu kadim kurtlar zamanında kapacağı kuzuları kapmıştır.Şimdi ise birirlerini ısırmaktadır.
 
CEVAP YAZ - Onaylı Üyelik Gerektirir
isim:
konu:
cevap:
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım