mara

             
 
GÜNCEL
ARAMA MOTORU

Web'de Ara Site içinde Ara
 
Forum sözleşmesi


E-posta: Şifre: Şifre Hatırlat | Üye Ol

KONUYU AÇAN: Siyaset 88.247.129.***
26.02.2009 16:45:31
Konu: Dini Siyasete Alet Etmek
Dini Siyasete Alet Etmenin CHP cesi.

Geçtiğimiz haftalarda, yıllardır katı laiklik politikaları ile tanıdığımız, üniversiteye başı örtülü kızların alınmasını engellemek için her yolu deneyen CHP’nin ‘çarşaf’ ve ‘Kur’an kursu’ açılımları ile şaşırdık. Aslında şaşıracak bir şey yoktu.



Bu açılımlar, CHP’nin benzer toplumsal güçlerin baskısını hissettiği Çok Partili döneme geçerken yaptığı ‘açılımlara’ şaşırtıcı derecede çok benziyordu. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem Kemalist rejim tarafından adeta ‘gayri-meşru’ ilan edilen dinsel taleplerin kamusal alanda tekrar dile getirilmeye başladığı yıllardı. Büyük Doğu, Sebilürreşat, Hür Adam, İslam Dergisi, İslam Dünyası, Selamet gibi dergiler İslamcı söylemleri kitlelere yayarken, Temmuz 1945’ten Mayıs 1950’ye kadar kurulan 24 partinin hemen hepsi programlarında dinsel konulara özel yer vermişlerdi.

Kemalist ideolojinin resmi partisi CHP, adeta bir ‘karşı ideoloji’ olarak tanımladığı İslamcı hareketlerin atağa geçtiği bu yıllarda mevcut katı pozisyonlarını gözden geçirmek ihtiyacı duymuştu. 1945’te Hamdullah Suphi Tanrıöver’in başını çektiği bir grup, toplumun dinsel alandaki ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda hükümetten tedbirler alınmasını isterken, başbakan Recep Peker bu isteklere ‘dini propagandaya kapı açacağı’ gerekçesiyle karşı çıkmıştı. Ancak, uzun tartışmalardan sonra CHP parti divanı, dini taleplerin yerine getirilmesinin Cumhuriyet’in ‘vicdan hürriyeti ve laiklik prensiplerinin zedelenmemesi şartıyla’ mümkün olabileceğine karar verdi. 1947 Temmuz’unda bir adım daha atıldı ve halkın yükselen dinsel talepleri karşısında daha yumuşak bir politika izleneceğinin işareti olarak ‘Özel Din Öğrenimi Ana Hatları’ adlı program kabul edildi.

Kasım 1947’de toplanan kurultayda, ibadet yerlerinin bakım ve onarımının sağlanması ve din görevlilerinin maaşlarının iyileştirilmesi gibi konular tartışılmakla kalmadı, laiklik yorumu da şöyle değiştirildi: ‘Din anlayışı vicdan meselesi olduğu için her türlü hücum ve müdahaleye karşı korunmalıdır. Hiçbir yurttaş, kanunun yasaklamadığı ibadet ve ayinler yüzünden rahatsız edilmemelidir.’ Ardından halkın hoşuna gideceği düşünülen başka adımlar atıldı. Örneğin o yıl Hacca gideceklere hükümet tarafından ilk defa döviz tahsis edildi. 1948’de ilkokul 4. ve 5. sınıf öğrencilerine din eğitimi verilmeye başladı. Dersler ‘ihtiyari’ (seçmeli) olduğu halde bazı illerde Aleviler hatta gayri Müslimler bile derslere katılmaya mecbur edilmişti. (Öyle ki DP’nin iktidarı devraldığı gün öğrencilerin yüzde 98’i din dersine devam ediyordu.) Aynı yıl, Ankara, İstanbul, İzmir, Seyhan (Adana), Diyarbakır ve Erzurum’da, 1930’larda öğrenci yokluğu yüzünden kapanan Kur’an kurslarına izin verildi.

141, 142 ve 163. Ancak, hükümetin içi pek rahat değildi ki, 10 Haziran 1949’da, DP’li milletvekillerinin de desteği ile, TCK’nin 141, 142 ve 163. maddeleri kabul edildi. Bunlardan 141 ve 142. maddeler siyasi, hukuki, iktisadi ya da sosyal düzeni yıkmak isteyen örgütlerin kurulması ile ilgiliydi. 163. madde ise, ‘laikliğe aykırı olarak, devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi veya hukuki temel nizamlarını, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet kurmayı’ yasaklıyordu.

31 Ekim 1949’da İlahiyat Fakültelerinin açılması ise bakış açısına bağlı olarak ‘taviz’ olarak da ‘tedbir’ olarak da değerlendirilebilecek bir adımdı. İşin bir de seçmenlerle ilgili boyutu vardı. 20-25 Haziran 1949’da Demokrat Parti’nin II. Büyük Kongresi’nde bir konuşma yapan Seyhan (Adana) delegesi Reşat Güçlü ‘İstanbul’dan harıl harıl, tomar tomar yılan muskası geliyor. Arkasına altı ok basılmış akrep muskaları geliyor. ‘Bunlar nedir?’ dediğimde ‘Partice damgalanmıştır, daha tesirlidir diyorlar... Memlekette irticaı körükleyen tek kuvvet CHP’dir. Nasıl ki daha fazla ayakta durmak için Atatürk’ün mirasını yiyorsa, Atatürk’ün inkılabını satarak mürtecie taviz veriyor’ (Zafer gazetesi, 23 Haziran 1949) demişti. Eğer bu iddia doğruysa, CHP dini siyasete alet etmekte gayet yaratıcıydı!

CHP, seçimleri yenileme kararını aldığı 1 Mart 1950 günü, tekke ve zaviyeleri kapatan 5566 Sayılı Kanun’da değişiklik yaparak ‘sanat değeri olan ve Türk büyüklerine ait türbelerin ziyaretine’ izin verdi. Bu karar, özünde doğru olsa da, esas itibariyle muhafazakâr çevrelere dağıtılan mavi boncuklardan sonuncusuydu.

14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri beklendiği üzere, ‘Yeter Söz Milletindir!’ diyen Demokrat Parti kazanmıştı! DP’nin hükümeti 16 Haziran 1950’de dini konuları içeren bir dizi kanunu onayladı. Böylece Arapça ezan okunması, radyoda haftada üç kez Kuran okunması, okullarda dini eğitim verilmesi, imam hatip okulları ve Yüksek İslam Enstitüsü’nün kurulması mümkün oldu. DP döneminde Alevilere yönelik adım atılmazken, 15 bin yeni cami açıldı.



Yok aslında birbirimizden farkımız

7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti’nin kurucuları olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan CHP’nin içinden gelen şahsiyetlerdi. Dahası, Celal Bayar, partiyi kurmadan önce, programını, o yıllarda CHP ‘Değişmez’ Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı ve ‘Milli Şef’ unvanlarını taşıyan İsmet İnönü’ye sunmuş ve onayını almıştı. Partinin programı tamamlandıktan sonraki gelişmeleri, gazeteci-yazar Metin Toker (İsmet İnönü’nün damadıydı) söyle anlatmıştı: ‘İnönü programı aldı ve sordu: - Terakkiperverlerde olduğu gibi ‘İtikadatı diniyeye hürmetkarız’ diye bir madde var mı? - Hayır Paşam. Laikliğin dinsizlik olmadığı var. - Ziyanı yok. Köy Enstitüleri’yle, ilkokul seferberliğiyle uğraşacak mısınız? - Hayır. - Dış politikada ayrılık var mı? - Yok!- O halde, tamam.’ (Aktaran Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul,1970, s.112-113.)



1940’ların heykel kırıcı tarikatı: Ticaniler

1946’da çok partili döneme geçişle birlikte, Nakşibendilikten gelen Saidi Nursi’nin önderliğini yaptığı Nurculukla, Süleyman Hilmi Tunahan’ın önderliğini yaptığı Süleymancılık, kamusal alanda daha görünür olmuştu. Ancak 1940’lı yıllara damgasını vuran tarikat Ticanilik oldu.

Ticani tarikatının kurucusu ve lideri, Kemal Pilavoğlu adlı, hukuk fakültesinden terk biriydi. Pilavoğlu, Ticanilik adını, Şazeli-Halveti kökenli Ebu’l Abbas Ahmed et-Ticani (1737-1815) tarafından Cezayir’de kurulan ve Fas, Hicaz, Mısır, Trablusgarp ve Senegal’de yayılan Ticaniye tarikatından almıştı. Yerli Ticanilik tarikatı, 1930’larda Ankara’nın Çubuk ilçesi ile Çankırı’nın Şabanözü ilçesinde örgütlenmeye başlamış, Pilavoğlu ve müridleri ilk kez 1943’de kovuşturmaya uğramışlar ancak, kısa bir süre sonra serbest bırakılmışlardı.

Bir süre sonra ‘heykel puttur’, ‘laiklik dinsizliktir’, ‘Hilafeti kaldıran Atatürk mel’undur’, ‘Türkçe ezan küfürdür’ sloganları ile ortaya çıktılar ve ilk büyük eylemlerini 4 Şubat 1949’da TBMM’nin dinleyici bölümünde Arapça ezan okuyarak yaptılar. Ardından, çeşitli yerlerdeki Atatürk heykellerine saldırmaya başladılar. Tarikatın eylemleri, 1951 yılı başlarından itibaren halkın da dikkatini çekmeye başladı. CHP, DP’yi sıkıştırmak için ‘Ticanileri tel’in’ mitingleri yapmaya başladı.

Atatürk’ü Koruma Kanunu

Seçimlere kadar DP’nin işine yarayan eylemler yapan Ticaniler, eylemlerine seçimlerden sonra da devam edince, DP hükümetleri sıkıntıya düştü. Ama DP bu sıkıntılı durumu kazanca dönüştürmeyi başardı ve Ticanileri durdurmak gerekçesiyle, halen geçerli olan Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkardı. Kanunun çıkarılması sırasında bazı DP milletvekilleri yasaya karşı çıkmıştı. Bunların başında ‘[Atatürk] Bizden imtiyaz değil rahmet bekliyor’ diyen DP milletvekilleri Mümtaz Faik Fenik ile eski paşalardan Selahattin Adil geliyordu. Bu kişilere göre, Mustafa Kemal ne kadar saygın bir kişilik olursa olsun, tek bir kişi için kanun çıkarılması o sırada yürürlükte olan 1924 Anayasa’sının 69. maddesine aykırıydı.

Bunun üzerine hükümet, Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan Yahudi asıllı ünlü Hukuk Profesörü Ernst Hirsch’in görüşüne başvurdu. Hirsch şöyle dedi: ‘Anayasa başka şeylerin yanı sıra, bir şahsa imtiyazların tanınmasına imkân sağlayacak yasaların çıkarılmasını yasaklamaktadır. Buradaki ‘şahıs’ deyimi, ‘gerçek kişi’ yani ‘insan’ anlamına gelmektedir. Madde 27’ye göre insanın şahsiyeti, doğumunun tamamlanmasından itibaren hayatla başlar ve ölümle son bulur. Atatürk adında bir şahıs, artık hukuki anlamda mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla bir imtiyaz sağlanması söz konusu olamaz (…) Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur.’ (Aktaran Zülfü Livaneli, Vatan, 3 Şubat 2008)

Bu açıklama milletvekillerini tatmin etmiş olmalıydı ki, 25 Temmuz 1951’de 5816 Sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu kabul edildi. Pilavoğlu ve 74 müridi, 5 Mart 1952’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde söz konusu kanuna muhalefetten 15 ay hapis cezasına mahkûm oldular.

27 Mayıs darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından Bozcaada’ya sürülen Kemal Pilavoğlu, iddialara göre Orta Anadolu’dan getirttiği 130 kadar müridiyle ada ekonomisine egemen olmuştu. Adanın pastanesi, kasabı, manavı, fırını hep onundu. ‘Şarap üretmek günahtır; üzümlerini şarapçılara verenler cehennemde cayır cayır yanar’ diyerek Müslüman bağcıların yüreğine korku salan Pilavoğlu, Bozcaada’yı terk ettirdiği Rumların bağlarını teker teker satın alarak, pekmezcilikten servet edindi. 1977’de, karısının ihbarı üzerine evinin üst katında üç oğlan çocuğuyla yakalanıp yargılandıktan birkaç ay sonra ölünce tarikatın bir bölümü Nurculara, bir bölümü Aczmendilere dahil oldu ve Ticanilik sona erdi. Ama Ticaniler adı, halka irtica tehlikesini hatırlatmak gerektiğinde ‘öcü geliyor’ kabilinden kullanılmak üzere hep canlı tutuldu.



CHP ile Ticanilerin ilişkisi var mıydı?

26 Nisan 1950 tarihli Zafer Gazetesi’nde çıkan bir habere göre Kemal Pilavoğlu ve müritlerinden bir grup İsmet İnönü’nün onayıyla partiye üye yapılmış, tarikat üyeleri köylerde toplantılar düzenleyerek parti propagandası yapmışlar, köylüleri CHP’ye üye yazmışlardı. Ancak gazetenin DP yanlısı olması yüzünden bu iddia seçim atmosferinde gürültüye gitti. Konunun tekrar gündeme gelmesi 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra oldu.

Zafer Gazetesi’nin 30 Haziran 1951 tarihli nüshası ‘Atatürk heykellerine mel’unane tecavüzleri tel’in maksadile bugün büyük bir miting yapılıyor’ başlığı ile çıkmıştı. Habere göre mitinge DP’li milletvekilleri de katılacaklardı. Gazetenin birinci sayfasındaki diğer haberlere göreyse, Bir hafta evvel Devlet Demir Yolları Umum Müdürlüğü’nde kırılan heykellerin yerine bugün yenisinin konacağı bildirilmektedir. Gazetenin tam orta sayfasındaki kutu içerisinde ise, konu ile ilgili başka bir habere yer verilmektedir: ‘Ticaniler ve CHP’. Haberin alt başlığı ise ‘CHP seçimlerde Ticanilere nasıl yardım etmişti?’ şeklindedir.

Konu tam açıklığa kavuşmaz ancak, Pilavoğlu’nun avukatlığını yapan Yılmaz Akpınar’ın CHP Balıkesir milletvekili Muzaffer Akpınar’ın oğlu olması dedikoduları destekler mahiyettedir. Daha sonra, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Politikada 45 Yıl (İletişim, 1996) adlı eserinde, CHP ile Pilavoğlu ilişkisine değinecektir. Anlaşılan CHP’nin akıl hocaları, Nurcuların ve Süleymancıların DP’ye destek verdiklerini görünce dindar bir grubun halk arasında partileri adına çalışmasında fayda görmüşler, ama bula bula Ticaniler gibi ‘sözde’ tarikatı bulmuşlardı. Bu durum pek içlerine sinmediği için de grupla ilişkilerini mümkün olduğunca gizli ve mesafeli tutmaya çalışmışlardı.

Ayşe Hür
Şubat 2009
 
CEVAP YAZ - Onaylı Üyelik Gerektirir
isim:
konu:
cevap:
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım