SABİT BİN KURRA
(821 - 901)
Sâbit b. Kurra, Emevî halifesi Me mun a danışmanlık yapmış ve huzurundaki tartışmalara katılmış, verimli ve nitelikli bir bilim adamıdır.
Sabiî bir ailenin çocuğu olarak Harran da doğan (d.821) Sâbit b. Kurra (ö.901), gençlik yıllarında sarraflık mesleği ile uğraştı. Bu yıllarda nasıl olduğu tam olarak bilinmeyen bir biçimde Arapça, Yunanca, Süryanice ve Rumca yı çok iyi bir biçimde öğrendi. Aykırı düşünceleri sebebiyle Sabiîler ile anlaşmazlık içerisine giren Sâbit, Bağdat a gelirken yolda daha sonraları mekanik ve matematik konularında önemli eserleri kaleme alacak olan Benî Musa ailesinin üç oğlundan Muhammed b. Musa (ö.873) ile karşılaştı. Sâbit b. Kurra ile konuşan ondaki yeteneklerin farkına varan Muhammed, Beytü l-Hikme deki çeviri faaliyetlerine katılmayı teklif etti. Böylece Sâbit, Bağdat ta bir müddet sonra Halife el-Mutezid in (saltanatı: 892-902) huzuruna çıktı.
Kısa süre sonra Halife tarafından müneccimler grubuna dahil edilen3 Sâbit bununla yetinmeyerek, kendi yakınları olan Sabiîlerin Bağdat ta sosyal ve siyasî bir statü kazanmaları için çalışmış ve yönetimle yakınlığı sebebiyle bu amacına ulaşmıştır. O, artık Bağdat taki Sabiîlerin reisi konumuna yükselmiştir.
Sabit bulunduğu konumun verdiği güçle, Irak ta sabiîleri yüksek mevkilere getirmiş, sosyal ve siyasal statülerini üst seviyelere çıkarmıştır.
Nitekim Sâbit sayesinde, Sabiîler Bağdat ta sarayda ve bürokraside önemli görevler üstlenmişlerdir. Bununla birlikte onun takipçileri ve akrabaları, devlet özel katipliği, saray doktorluğu ve hey etşinaslık, müneccimlik gibi stratejik mevkilerde bulunmuşlardır.
Şu olayın Sâbit in şöhretini arttırdığı söylenir: Sâbit, kalp krizi geçiren ve öldüğü zannedilen bir kasabı, uyguladığı yöntemlerle hayata döndürmüştür. Bunu duyan halife el-Mutezid, Sâbit e tedaviyi nasıl yaptığı ile ilgili sorular yöneltmiştir:
Bir gün halifelik sarayına giderken, yolda acı acı bir ağlama sesi işittim. Dediler ki, bu kasap dükkanının sahibi aniden öldü, ona ağlıyorlar. Bunun üzerine beni hemen oraya götürmelerini istedim. Ağlaşan kadınları susturup, cenazenin yanından çıkardım. Oradaki gençlerden birini çağırarak, cenazenin sırtına vurmasını istedim. O cenazenin sırtına vururken diğer bir gençten bir fincan getirmesini istedim. Cebimdeki hazır bulundurduğum ilacı fincandaki su ile karıştırdıktan sonra, cenazenin ağzını açarak içirdim. Bunun üzerine cenaze aksırarak gözlerini açtı. Bu olay müthiş yankı uyandırdı. Bunun üzerine halife beni çağırarak bunu nasıl başardığımı sordu. Ben de, bu kasabın önünden geçerken, onun hayvanların ciğerlerini yararak, tuzlayıp yediğini görürdüm. Bu tavrının bir gün onu kalp sektesine uğratacağını düşünerek, kasabı dışardan gözetime aldım. Bunun için de bir ilaç hazırladım ve onu hep yanımda bulunduruyordum. Bu gün kasabın aniden öldüğünü duyunca hemen yanına gittim. Nabzı atmıyordu. Sırtına vurarak önce nabzının çalışmasını sağladım, sonra da hazırladığım ilacı içirerek onu canlandırdım.
Sâbit, özel doktoru olduğu8 halde, halife kendisine "Reîsü l-Etıbba ve l-felâsife" ünvanını vermemiştir.
Ayrıca, o, İslâm ı kabul etmesi hususunda kendisine yapılan teklifleri kabul etmemiş ve Harran ın geleneksel yıldız-gezegen kültüne inanan bir pagan olarak ölmüştür. Halifenin sarayındaki statüsü o kadar yüksektir ki, Sâbit, bizzat hükümdarın da bulunduğu teolojik tartışmalarda, İslâm ve diğer tek tanrıcı (monoteist) dinlere karşı Harran çok tanrıcılığını (politeizmini) ve paganizmini savunmuştur. 10
Beytü l-Hikme nin en önemli dört çevirmeninden biri olan Sâbit b. Kurra nın, yaptığı çevirilere bakıldığında sayıca epeyi çok olduğu görülmektedir. Burada Katip Çelebi nin "Sâbit b. Kurra nın çevirileri olmasaydı kimsenin felsefeye dair kitaplardan faydalanamayacağı söylenir." sözlerini hatırlatmak yerinde olacaktır.
Çeviri işindeki çevirmenlerin tamamına yakını Nesturî veya Yakubî Hristiyanlardan oluşmaktaydı. Bu hususun bir tek istisnası ise pagan filozof Sâbit b. Kurra dan başkası değildi.
Sâbit in, matematik, astronomi, tıp, mantık, eczacılık, geometri, felsefe ve musikî ile ilgili telif, yorum ve özet çok sayıda eserin sahibi olduğu bilinmektedir. Dağların oluşumu, güneş ve ay tutulması, kızamık ve çiçek hastalıkları gibi konular hakkında da eserleri mevcuttur. Bunların sayısı konusunda çeşitli rakamlar ileri sürülmektedir. Bazı araştırmacılara göre, 10 u Süryanî ve Sabiî inançları ve tarihi ile ilgili olmak üzere toplam 133,15 bazı düşünce tarihçilerine göre ise 150 kadar Arapça, 15 dolayında ise Süryanice çalışması bulunmaktadır. Bu eserlerden elliden daha çoğu günümüze kadar gelebilmiştir.
Yine Sâbit in Süryani olarak yazdığı Hermes in Kitabı adlı eseri, Arapça ya çevrilince Hermesci düşüncenin yayılmasına hizmet etmiştir. O, özellikle Aristo nun Organon adlı eseri üzerinde durmuştur. Eflatun un Cumhuriyet ini incelemiş ve bu eserle ilgili olarak Eflatun un Cumhuriyet indeki Remzlerin İzahı isimli bir eser telif etmiştir. Matematik alanında yeni kuramlar ortaya atmış olan Sâbit, Grek öncesi bilgi külliyâtı üzerine araştırmalarda bulunmuştur.
Sâbit in bazı eserleri şunlardır:
Kindî ye Reddiye (Süryanice) (bunu daha sonra öğrencilerinden İsa b. Useyyidin n-Nasrânî, Arapça ya çevirdi), Deniz Suyunun Tuzlu Oluşunun Sebebine Dair, Calinus un Gıdalar Üzerine Olan Kitabının Özeti, Ay Tutulmasının Belirtileri Üzerine, Güneş ve Ay Tutulmasının Nedeni Hakkında, Süryanice ve Arapça nın Grameri Hakkında
Bu eserler yanında, Süryanice yazılmış, Sabiîlerle ilgili bazı eserleri de şunlardır:
Ölülerin Tekfini Hakkında, Sabiîler in İtikadı Hakkında, Taharet ve Necaset Hakkında, İbadetlerin Vakitleri Hakkında. Bu eserlerin yanında Sâbit e atfedilen çok sayıda eserin varlığı da bir gerçektir.
Astroloji, tıp ve matematik araştırmalarında söz sahibi olan Harranlı bilginler sülalesinin atası olan Sâbit, oğlu Sinan ve iki torunu Sâbit ve İbrahim ile birlikte bu geleneği sürdürmüştür.
İslâm filozofu Kindî ve ünlü çevirmen Kusta b. Luka ile çağdaş olan Sâbit in, İslâm dünyasında mantığın gelişmesindeki katkısı inkar edilemez. Büyük çevirmen Huneyn b. İshak ın okulunda da çalışan Sâbit, bu kurumun çalışanlarına yardım ve danışmanlık yaptı.Bununla birlikte Sâbit, Huneyn b. İshak ın felsefî ve riyazî çevirilerinin düzenleme sırasını dizerek düzeltti.Nitekim o sayılar teorisinde, Öklid in geride bıraktığı mirastan hareket ederek, değişik bir sonsuz sayılar dizisinin parçası olarak bir sonsuz sayılar kuramı geliştirdi.
Çok sayıda öğrenci yetiştiren Sâbit in, bunlar içerisinde çevirmen olanları şunlardır:
Süryanci den Arapça ya çeviriler yapan öğrencisi İsa b. Üseyyidi n-Nasranî ye, Sâbit nitelikli tercümelerinden dolayı ayrı bir önem verirdi. Bu öğrencinin, Sâbit e sorduğu soruları, sonraları bir eser (Kitâbû Cevebât-ı Sâbit li-Mesâil-i Îsâ İbn Esîd) haline dönüştürmüştür.
Sâbit in diğer önemli bir çevirmen öğrencisi de oğlu Sinan b. Sâbit tir ki, bilimsel gelişimini babasının yanında tamamlamıştır.
Ayrıca torunlarının da kendisinin öğrencisi olan Sâbit e, Harran dan Bağdat a kadar bir çok Sabiî bilgin ve çevirmen bilim öğrenimi için yanına gelmiştir.
Ayrıca Bağdat tayken bir çok defa güneşi gözlemleyerek incelemelerini bir kitapta toplayan Sâbit in28 edindiği bilgileri sadece astronomiyle sınırlı kalmamış, matematik, felsefe ve tıp alanında önemli çalışmalarda bulunmuştur.
901 yılında ise Bağdat ta hayatını kaybetmiştir.
Sâbit in ölümünden sonra, onun çalışmaları ve sistemi, oğlu Sinan, torunları Sâbit ve İbrahim ve torununun oğlu Ebû l-Ferec tarafından sürdürülmüştür.
Sâbit in telif ettiği kitaplar, Doğu da ve Batı da okunmuş, incelenmiş ve yeni orijinal çalışmalara kaynaklık etmiştir. Eserleri İslâm dünyasında okunan Sabit in, çalışmaları XII. yüzyılda Batı da başka dillere çevrilmiştir. Sâbit in izleyicileri arasında Beyhâkî nin rivayetine göre, torunu Muhammed b. Câbir el-Harranî el-Battanî (ö.929) ismi kayda değer olanıdır. Battanî, Me mun döneminden sonraki en önde gelen astronom ve bilgin olarak kabul edilmektedir.
Sonuç olarak Harran Sabiîlerinin İslâm düşünce tarihinde felsefe, matematik, tıp, astronomi ve tabiî bilimler alanında çeviri ve telif faaliyetindeki çok önemli rolü, Sâbit b. Kurra ile ortaya çıkmıştır. Onun için Katip Çelebi, "Sâbit bin Kurra nın çevirileri olmasaydı, kimsenin felsefeye (hikmete) dair kitaplardan faydalanamayacağı söylenirdi" demektedir.36 Dolayısıyla İslâm filozoflarının ortaya koyduğu muazzam bir düşünce hareketi, yani İslâm felsefesi gibi bir alanı Sâbit ve diğer çevirmenler olmasaydı, ya hiç olmayacaktı ya da çok kısır kalacaktı.
Dünyanın çapını ve iki meridyen arası uzaklığı doğru olarak hesaplayan ilk bilginlerdendir.Batlamlus un ünlü eserini Arapçaya Algamesti adıyla yorumlar.Kendi görüşü ve zamanı için yeni olan trigonometri ve astronomi bilgisini de ekler.Yazma eserlerini Gerard (1114-1185) Arapça şehrinden Latinceye tercüme etti.Semerkand,Bağdat ve İstanbul da Latinceye ve Fransızca ya çevrilen kitaplara yüzyıllar sonra Batı da bilim adamları sahip çıktılar.Günümüzde batılı ilim adamları bunları yer yer itiraf etmektedir.
Çağında yaptığı keşif ve buluşlarla Halife Me mun tarafından dünyanın yarıçapını ölçmekle görevlendirildi.Onun ve diğer bilginlerin ortaya koyduğu ölçümler sonraki yıllarda Endülüs yoluyla Avrupa ya geçti.Kristof Kolomb gibi denizcilerin bunlardan faydalanarak yollarını buldukları söylenir
Kamus ul Alam adlı eserde belirtildiğine göre matematiğin bir kolu olan kalkulusun keşfi ona aittir.Kalkulusa "tefadul" adını vermiştir.Başka bir eserde diferansiyel hesabını Newton dan önce Sabit Bin Kurra nın keşfettiği söylenmektedir.
Pozitif reel sayılar,integral,kalkulus,sayılar teorisi,küresel trigonometri,astronomi,mekanik,statik üzerine çalışmalar yaptı.Paraboller üzerine yaptığı çalışmalar integral kalkulusu keşfine giden yolu açtı.Bir çok yazar,Arşimed in çalışmalarından haberdar olmasına rağmen kullanmadığını söyler.
x ve kökx in integralini tam olarak hesapladı.Hesaplaması integral toplamların alt ve üst olarak uygulanmasına dayanıyordu.Sadece astronomide değil tıp ve felsefede de ilerlemeler kaydetti.
_____SABİÎLER
Kur ân-ı Kerim de, yahudi ve hristiyanlarla birlikte zikredilen bir topluluk. "Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiîler den Allah a, ahiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin Rableri katında mükafatları vardır..." (el-Bakara. 2/62; Ayrıca bk. el-Maide, 5/69; el-Hac, 22/17). Âyetlerde, sabiûn, şeklinde çoğul kalıbındadır. Müfredi, "sabiî"dir. Âyetlerde zikredilen sabiîlerin kimler olduğu hakkında müfessirler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir: Sabiîler; hristiyanlar, yahudiler ve mecusîler arasında bir topluluk olup hiç bir dine sahip değillerdir; Ehl-i kitap olup Zebur u okumaktadırlar; Yahudiler ile mecusîler arasında bir topluluktur. Onların dini yoktur; Sabiîlik diğer dinler gibi bir din olup mensupları sadece "Lailahe illallah" derler ve hiç bir şekilde ibadet etmedikleri gibi bir kitapları ve tanıdıkları bir peygamberleri yoktur. Ceziretul-Mevsil bölgesinde yaşarlar; Meleklere tapınan bir topluluk olup, bir kıbleye yönelerek namaz kılarlar ve Zebur u okurlar; Irak taraflarında yaşayan bir topluluk olup, peygamberlerin tamamına iman ederler, her sene otuz gün oruç tutup, Yemen e doğru yönelerek günde beş defa namaz kılarlar (Taberî, Camiul-Beyan an Te vil-i Âyâtil Kur ân, Mısır 1969, I, 318-320; İbn Kesir, Tefsirul-Kur ânil-Azim, İstanbul 1984, I, 148-149). Fahruddin er-Razî diğer görüşleri zikrettikten sonra sabiîlerin, yıldızlara tapan bir topluluk olduğu görüşünü doğruya en yakın olarak kabul etmektedir (Tefsir-i Kebir, II, 105).
Arapçada "sabiî" kelimesi, bir dinden çıkıp başka bir dine giren kimse anlamındadır. Bunun için müşrikler, Rasûlüllah (s.a.s) i sabiî diye isimlendirmişlerdir. Çünkü o, dinlerini reddedip yeni bir dine bağlanmıştı (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur ân Dili, İstanbul 1936, I I,1750). Diğer bir görüşe göre sabiî kelimesi, eski bir dine mensup olan topluluğa verilen isimdir ve Arapça bir kelime olmayıp, aslı "sabî" olan süryanice bir kelimedir. Kelimenin aslının bu olduğu kabul edilirse, müşriklerin Rasûlüllah (s.a.s) e sabiî demelerinin sebebi olarak, onların onu "Lailahe illallah" demekle sabiilere benzettikleri sonucu ortaya çıkar (Taberî, Tarih, I, 319; İbn Kesir, a.g.e., I, 149). Seyyid Kutup, Bakara süresinin 62. âyetini tefsir ederken şöyle demektedir: "Sabiîlere gelince onlar, en tercih edilen rivayete göre, bi setten önce kavimlerinin puta tapmasından hoşlanmayarak, gönüllerine hitap eden ve samimiyetle bağlanabilecekleri bir itikat arayan Araplardır. Bunlar tevhid dinini kabul etmişlerdi ve ilk haniflerin yani İbrahim (a.s) ın dini üzere ibadet ediyorlardı. Müşrikler, bu kimselere "Atalarının dininden dönenler" anlamında sabiîler adını vermişlerdi. Sonradan müslümanlara sabiî demelerinin sebebi budur" (Fi Zilalil-Kur ân, Terc. Kurul, İstanbul 1972, I, 156-157).
Bir rivâyete göre ise Sabî, Hanûh olarak isimlendirilen, İdris (a.s) ın torunu Lamek in diğer bir adıdır. Ve sabiîler adlarını ondan almaktadırlar (İbnül-Esir, el-Kâmil)i t-Tarih, Beyrut 1979, I, 62). İbnü l-Esir, Nuh (a.s) ın gönderildiği kavmin sabiîlerden bir topluluk olduğunu ve onların putlara tapındıklarını kaydetmektedir. Onların inançlarının temeli ruhanî varlıklara ibadet etmekti. Bu ruhanîler melâikeler olup, onlar aracılığı ile Allah Teâlâ ya yaklaşıldığına inanmaktaydılar. Onlar, her şeyi Allah Teâlâ nın yarattığını ve güç, kudret sahibi olduğunu kabul ederlerdi. Onlara göre insan O nun zatını kavramaktan acizdir. Dolayısıyla O na yaklaşmak ancak ruhanîlerin aracılığıyla mümkün olabilir. Bu ruhanîlere ulaşmak için ise, onların heykelleri olan yedi gezeğen (ki onlar dünyayı idare ederler) in aracılığına başvururlar. Onlardan bir grup, bu heykellerin (gezegenlerin) doğup battıklarını; gece gözüküp, gündüz kaybolduklarını gördüler ve her zaman bu heykellerle irtibat kurabilmek için sürekli gözlerinin önünde duracak olan onları temsil eden putların zarurî olduğuna kanaat getirdiler. Bu putlarla heykellere (gezegenlere), onlarla da ruhanîlere ulaşabilecekleri ve ruhanîlerle Allah Teâlâ ya yakınlık kesbedecek inancı doğdu. Bu ilk putperestliğin ortaya çıkışıdır (İbnül-Esir, a.g.e., I, 67-68).
Zerdüşlükten önce Farslar ın hristiyanlıktan önce de Rumların tabi olduğu din sabiîlikti (İbnül-Esir, I, 275, 324). Rumların Sabiîler de olduğu gibi, adlarını yedi gezeğenden alan yedi tane putları vardı (İbnül-Esir, a.g.e., I, 330).
Sabiîliğin esas itibarı ile münzel bir din olması muhtemeldir. Ancak zamanla felsefi ve siyasi etkiler çerçevesinde bozulma ve sapmalara uğramış ve bir gizlilik, bâtınilik özelliği kazanmıştır. Sabiîler, ilk sabiîler ve sonraki sabiîler olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki ekolün arasında müşterek oldukları noktalar yanında birbirinden ayrıldıkları noktalar da vardır. İlk sabiîlik, Hindistan, Eski Mısır, Suriye ve Keldânîlerin tabi oldukları ekoldü. Eski Yunan ve Rum dinleri de bu inancın bir yansımasından ibarettir. Sonraki sabiîler, İsrail, İran, Yunan ve Roma gibi değişik kültürlerin tesiri altında şekillenen süryanî ve Keldânî sabiîleridir (M. Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1751).
İslamî döneme kadar ulaşmış olan Harran sabiîleri, dinler tarihiyle uğraşan İslâm müelliflerinin dikkatini çekmiş ve onların inanışları hakkındaki bilgileri derlemeye çalışmışlardır. Harran sabiîleri, Şit ve İdris (a.s) a tabi olduklarını iddia etmekteydiler. Onlar, herşeyin yaratıcısı ve mutlak hakimi olarak Allah ın varlığını kabul ediyorlardı. İnsanoğlunun O nun Celal ve Azametine ulaşması mümkün değildir. Bundan dolayı O na ancak bir takım ruhanî varlıklarla yaklaşılabilir ve ibadet edilebilir. Ruhânîler, temiz ve azîz varlıklardır. Cevher olarak, cismâni maddelerden daha mukaddestirler. Onlar, mekanda hareket ve zaman içinde değişimden münezzehtirler. Bunlara yaklaşmaya çalışılarak, tevekkül edilir. Gördükleri işler açısından ruhânîler, fiilleri varetmede onları bir durumdan başka bir duruma getirmede ve mahlûkatı, kemâlâtın kaynağına ulaştırmada birer vasıtadırlar. Onlar, Allah Teâlâ dan kuvvet alırlar. Ve suflî varlıklara feyz akıtırlar. Yedi gezeğen bunların heykelleridir. Her ruhanînin özel bir heykeli ve her heykelin bir yörüngesi vardır. Ruhanînin o heykele nisbeti ruhun cesede nisbeti gibidir. Sabiîler, bu ruhanîlere ilâhlar, heykellere de rabler derler. Onlar bu heykellere ibadet için (ki böylece, Rablerin rabbı (Allah) na ulaşabileceklerdi) onların özellik ve hassalarına göre çeşitli ibadet şekilleri tayin ettiler. Ancak, bunlardan bir grup, ruhanîlerin heykelleri olan gezeğenlerin doğup battıklarını ve gündüzleri gözükmediklerini gördüklerinde onlara yakınlaşmanın ve ibadet ederek yaklaşmanın mümkün olabilmesi için gözlerinin önünde sürekli olarak dikili duran ve onları temsil eden putlar edindiler (M. Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1753 vd.).
El-Cezire bölgesinde yaşayan sabiîler, yahudi-hristiyan karışımı bir dine sahiptiler ve vaftizci Yahya hristiyanları olarak adlandırılırlar. Kimilerine göre bunlar bir yahudi mezhebine mensupturlar ve Hz. İbrahim in dinine bağlıdırlar. Bunlara mandeîler denilmekteydi. Kur ân-ı Kerim de; yahudilik ve hristiyanlıktan ayrı olarak zikredilen sabiîler el-Cezire de yahudi-hristiyan karışımı bir dine inanan mandeîler olmalıdır. Çünkü Harran sabiîleri, müşrik ve putperest bir topluluk olarak ilk sabiîlik inancına bağlı kalmayı sürdürmüşlerdir. Bunların müslümanlarca, ehl-i kitap sayılmaları için bu adı almış olabilecekleri de muhtemeldir.
Sabiîlerin bir taraftan müşrik, diğer taraftan da ehl-i kitaba benzer bir görünüm ortaya koymaları, fakihler arasında bunlar hakkında verilecek, hüküm konusunda ihtilaf doğmasına sebep olmuştur. Bazı fakihler onları müşriklerden saymış ve kestiklerinin yenmeyeceği ve kadınlarıyla da evlenilemeyeceği görüşünü benimsemişler; diğer bazılarıysa, onların ehli kitapla aynı muameleye tabi tutulacağını söylemişlerdir. İmamı Azam, hristiyanlıktan doğan sabiîliği ehl-i kitaptan kabul etmiştir ki, bunlar İncil okurlar. İmameyn ise sabiîlerin ehl-i kitap olmadıkları görüşünü benimsemişlerdir. Ancak, yıldızlara tapınan Harran sabiîlerinin ehl-i kitap olmadıkları hakkında fakihler görüş birliği içerisindedirler. Ebu Bekr er-Razi, Ahkâmul Kuran isimli eserinde; "Şu zamandaki sabiîler olarak bilinen topluluk içinde ehl-i kitap yoktur. Aslında ehl-i kitap olarak isimlendirilen zümre, yahudi ve hıristiyanlardır. Bunların dışında ehl-i kitap olan bir topluluk yoktur. Ayette de yahudi ve hıristiyanlardan ayrı olarak zikredildiklerine göre onlarla aynı katogoride değillerdir. Onları ehl-i kitap sayan fakllıler, mecusîlerin ehl-i kitap sayılması nokta-i nazarından hareket etmiş olmalılar (M. Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1766-1769).
Sabiîler, önceleri el-Cezire nin kuzeyinde yayılmış bulunmakta olup, merkezleri eski Harran daydı. Dini törenlerini süryanice olarak yaparlardı. Abbasilerden Halife Me mun onları takibata alarak ortadan kaldırmak istedi. Ancak, düşünce sahasındaki üstün özellikleri daha sonra müsamaha görmelerine sebep olmuştur. 872 yılında meşhur bilgin Sabit b. Kurra, dindaşları ile dinin esasları konusunda mücadeleye giriştiği zaman, cemaatten kovuldu ve Harran dan ayrıldı. Bağdat a giderek burada sabiîliğin başka bir kolunu kurdu. Abbasî hâlifelerinden el-Kahır onlara müslüman olmaları için baskı yaptı. XI. asırda Bağdat ve Harran da hâlâ çok sayıda sabiî bulunmaktaydı. XI. asrın ortalarına doğru Harran da sabiîlik yok olmuştur. Bağdat ta ise bu asrın sonuna kadar onlara tesadüf olunmakta idi. Sabiîlerden İslâmî dönemde, ilmî sahada şöhret bulmuş pek çok bilgin yetişmiştir (B. Carra de Veux.; İA, Sabiîler mad.).
Ömer TELLİOĞLU
_____________
|