Kiliselerimizin durumunu ve din adamlarımızın tutumunu dikkatla gözler önüne getirdiğimizde, insanın içi kararıyor. Bir patrik, metropolit, papaz hatta kilise öyle bir çıkış yapıyor ki insanın aklı duruyor. Son zamanlarda patronluğunu Patrik-Kardinal Emmanuel Delly’nin yaptığı Keldani Katolik kilisesinin yaptığı gibi.
5. 5. 2009 tarihinde Ankawa’da yapılan keldani katolik kilisesi sinodunda doğal olarak bir sonuç bildirgesi yayınlandı. Neymiş efendim; Keldani’ler tek başlarına bir halkmış; Asuri ve Suryani’lerle aynı halk değilmiş. Anlaşıldığına göre, söz konusu bildirgeden, sinoda katılan metropolitlerin sadece bir kısmının haberi olmuş. Katılanlardan bazıları tepkilerini göstermeye başladılar bile. Tabi tepki gösterme cesareti bulunanlar.
24-06-2009 tarihinde kabul edilen Kürdistan bölgesel anayasasında, Keldani-Suryani-Asuri’ler tek halk olarak kabul edildi ve bazı özerk haklar tanındı. Bunu öğrenen Kardinal hasretleri, tepkisini hemen Mesut Barzani’ye bir mektupla bildirmiş. Mektubunda “Keldani-Suryani-Asuri ismi yanlış, Keldani’ler ayrı halktır. Irak anayasasında Keldani ve Asuri diye iki ayrı halk olarak geçmiştir. Dolayısı ile Kürdistan bölgesel anayasasındaki 5. madde Irak anayasasına aykırıdır, düzeltilmesini istiyoruz” demiş. Bereket ki bazı sağduyulu politikacılarımızın çabası ile Kardinal efendinin talebi yerine getirilmedi. Tahmin edeceğiniz gibi Irak anayasasına da Keldani ve Asuri’lerin ayrı iki halk olarak geçmesi, Suryani’lerin yok sayılması da o kesimin marifetidir.
Ankawa’da yapılan sinod öncesi keldaniciliği perçinlemek amacı ile siyasi görünümlü bir toplantı yapıldı. Toplantı Amerika’daki ayrılıkçı şahin metropolitler Serhad Cımmo ve Brahim Brahim tarafından tertiplendi, sadece ‘Keldani demokrat birlik partisi (Gabba huyada demokrataya keldaya) ve Keldani milli meclisi ( mıtwa ımtanaya keldaya) katıldı. Bu iki kurumun oluşumu hakkında ciddi kuşkular var zaten, dahası tabela partisi oldukları söylenmektedir. Toplantının tek davetlisi Fadıl Mirani idi.
Halkımız 2547 yıl, yani M.Ö 538 da Babil’in düşüşünden beri kendi devleti olmamasına rağmen varlığını sürdürebilmişse şüphesiz bunda kiliselerimizin payı vardır. Dilimizin bu güne kadar yaşamasında da kiliselerimizin katkısı daha da büyüktür. Din adamlarımız da halkımız gibi çok eziyet görmüş, binlerce şehit vermiştir. Süre ve sayıya göre az da olsa aynı kiliseler çok değerli insanlar yetiştirmiştir. Hala vardır, bunların hakkını yememek lazım. Bunları ayrı tutmalı ve hak ettikleri değeri vermeliyiz.
Bunun yanında din adamları bir o kadar yanlış, tahribat, bölücülük yapmışlardır. Bu yanlışlıklar olmasaydı 60 milyonun üstünde, kiliselerimize bağlı muminlerin sayısı bir kaç milyona düşer miydi? 1915 soykırımında, kiliselerimiz uzağı görebilseydi, birlik olsaydı, etkin politikacılarımız, yöneticilerimiz olsaydı, halkımız o kadar kayıp verir miydi?
Kiliselerimizin içindeki bölünmeri düşündünüz mü hiç? Kaç kiliseye, parçaya bölünmüş. Ayrıca her kilisenin içindeki fraksyonlar, makam ve menfaat çekişmeleri de gözler önünde. Tek allah, tek mesih, tek incil ve bunların yolunda yürümek bu mu?
Kiliseyi böldünüz, elinizden geldiği kadar halkı da. Yeter artık “Ciciv yumurtadan çıkmış kabuğu beğenmemiş” misali. Keldani katolik kilisesinin Nesturi kilisesinden 1553 yılında ayrılan bir kesim olduğunu Emmanuel Delly ve çevresindekiler unuttular mı? O zaman tek halk değil miydi? Suryani ortodoks kilisesinin patriği Mikhayel Rabo’nun Yunan’lılara, Asuriler ve Babillilerle ilgili ne söylediğini bilimiyorlar mı? Addai Sher’in ‘Keldani-Asuri tarihi’ eserini okumadılar mı? General Petros’un bağımsızlık mucadelesinde ordusuna verdiği isme raslamadılar mı? Yığınla somut örnekler verilebilir.
Ayrıca her halkın arasında, çeşitli dinler, mezhepler, tarikatlar vs mevcuttur. Bunlar o halkın bölünmesine sebep olmaz, olmamalı.
Türkler; tarihimize nazaran bilinen çok kısa tarihlerinde değişik adlar altında 16 devlet kurmuşlar. Yani yığınla isim kullanmışlardır, buna rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdir.
20 civarında arap devleti vardır, hepsi araptır ama başka adları da vardır.Iraklı, suriyeli, tunuslu vs. ABD, bu gün dünyanın en güçlü devleti, çeşitli ırk, renk, din, dil ve coğrafyadan bir halk oluşturmuştur. Bu halkın tek ortak yanı ABD vatandaşı olmaktır.
Halkımızın tarihi, coğrafyası, dili, kültürü, medeniyeti bellidir. Hangimizin kökeni Babil’den, hangimizin Ninve’den (Ninova) hangimizin Tur-abdin’den olduğunu değerli din adamlarımız söylesinler bakalım. Söyleyemezler,kimse söyleyemez.
Dilimizde de a/o farkını koyarak ayrı iki dilmiş gibi ayrılmaya çalışılmıştır. Dünyanın bütün dillerinde çeşitli lehçeler, aksanlar, kavramlar vardır, başta en yaygın dil olan ingilizce olmak üzere.
Binlerce yıllık süreç içinde helbette değişik birkaç ismimiz olabilir. Bu adlandırmalar tarihte yerlerini almışlardır, gerçektir, gerçeğimizdir, dahası zenginliğimizdir. Bunları gerçekçi, akıllıca ve iyi niyetle değerlendirmek gerek.
Bu bölücü uzmanlarına somut bir sorum var;
Keldani tarihine girmeden, Asuri tarihi yazılabilir mi? Veya Asuri tarihine girmeden Suryani tarihi yazılabilir mi?
1999 yılında ABD de yapılan nufüs sayımında, Suryani-Asuri-Keldani aynı‘halk’ hanesine yazıldı.
Ekim 2008 de Roma’da Patrik E. DELLY yaptığı açıklamada; “Asuri-Keldani-Suryani aynı halktır hatta hepsine Arami bile denilebilir” demişti.
Devletlerin asimilasyon politikalarının, halkımızın üzerine canavar gibi saldırısı karşısında, Asuri-Keldani-Suryani halkı direnirken yalan –yanlış temellere dayandırılan bölücü söylemler hangi amaçla yapılmaktadır? Yalan-yanlış temellere dayandırılan tezler er- geç çürüyecektir.
Devletler, halklar, topluklar kendilerinden olmayanları bile, kendilerindenmiş gibi gösterip kendilerine bağlamaya çalışırken, bizimkiler öz halklarının bir kısmını ayırmaya, bölmeye, dışlamaya çalışıyorlar.
Keldani diye adlandırılan kesimin, Asuri’siz ve Suryani’siz ne kadar gücü olacaktır. Aynı şey Suryani ve Asuri kesim için de geçerlidir. Küçük halkımız için bir kişi dahi önemlidir, Çin değiliz. Güçten bahsederken Hindistan’daki kiliselerimize az çok bağlı hintlileri de sayarlar. Halbuki etnik olarak bizimle hiç bir bağları yoktur. Zaten yavaş yavaş kiliselerimizden kopuyorlar, bunda da çok haksız değiller hani.
Din adamlarımızın azından düşmeyen bir cümle vardır. “Biz politika yapmayız” derler, ne derecede doğru? Taşıdıkları sorumluluk oranında politika yapsınlar, halklarının menfaatlarını korusunlar. Şu anda legal zeminde siyaset yapan kurumlarımız vardır, onlarla işbirliği, dayanışma içinde olsunlar. Yararlı olmanın çok yolu, çeşidi vardır.
Bütün olumsuzluklara rağmen bu yıkıcı çıkışlar niye?
Anlamakta güçlük çekiyorum. Hiç bir meşru nedeni olamaz, kabul edilemez.
-Maddi menfaat mı?
-Makam kavgası,koltuk pazarlığı mı?
-Arap, kürt karşıtlığı-yandaşlığı mı?
-Asuricilik-suryanicilik fanatiklerine tepki mi?
-Sizi korkutan bazı çevrelerin baskısı mı?
-Galiba en güçlü ihtimal, “KÜÇÜK OLSUN BENİM OLSUN” sorumsuzluğudur.
Halkımızın bütün kurum, örgüt, siyasi parti, şahsiyet, entellektüel kısaca her ferdi; kimden ve nereden gelirse, buna ve buna benzer ayrılıkçı, bölücü haraketlere karşı çıkmalıdır.
PETRUS KARATAY
İletişim için: p.karatay@hotmail.fr
Sevgi ve saygılarımla
|