Hrant ın yetimhanesi Türkiye
Biz onu öldürmekle kendimizi öldürdük. Şimdi her şeyle yüzleşilecek. Biz olmakla, bu ülkede doğmakla, insan olmakla ilgili bildiğimiz kutsadığımız her şeyle yüzleşilecek. Bu kurşun Türkiye ye sıkıldı diyenler hamaset yapıyor görünseler de aslında gerçeği söylüyorlar.
Ondaki yürek bende yok diyen Etyen Mahçupyan ın can yakan satırlarından sonra ne yazılabilir Hrant Dink hakkında? Ne söylenebilir? Susmak ve ağlamak çare olsaydı keşke. Şimdi onun gidişinin ardından ağlayan, acı çeken herkes gibi ben de bu yasın nasıl tutulması gerektiğini biliyorum artık. Evet Hrant ın kalbi hiçbirimizde yok. Ama onun için duyulan acının yarattığı büyük bir kalbin varlığına inanmak istiyorum. Çünkü biliyorum, Hrant ın ölümünden duyduğumuz acı bildiğimiz hiçbir acıya benzemiyor. İçimizde nedensiz oluşan bu ağlamalar bir arınma imkânı yaratsın isterdim. Onun ölümüyle, çoktandır kabuk tutan, katılaşan, içine kapanan kalplerimizde bir krater açıldı çünkü. Hepimizi en derin yerimizden yakalayan, sarsan bu gidişin hayatlarımız için bir anlamı var. Olmalı. Hırant ın ölümünden duyduğumuz acı normal bir acı değil çünkü. Yakınımızda birilerini kaybettiğimizde duyduğumuz acıdan daha ötede kendi varlığımızın çekirdeğinde bir yere ilişkinmiş gibi geliyor. Ne bileyim belki de evlat acısına benziyor. Ancak bir evladın kaybı ile kıyaslanabilir. Bir annenin, babanın ölen çocuğu için duyduğu acıya. Günahsız, kirlenmemiş bir evladın ölümünden duyulan acıya. Hrant bu ülkenin evladıydı. Yetim evladı. Bize sorumluluklarımızı, bir insanın kıymetini bilmemenin ezikliğini duyuran bir ölüm onunki. İnşa ettiğimiz, tapındığımız, mutlak sandığımız kimlik alanlarının gizlediği insani tortuya düşen bir ateş sanki. Kim bilir belki de bu acı yüzleşilmemiş tarihimizden geliyor.
Biz kendimizi öldürdük!
Kırılan, yok edilen bir ormandan geriye kalan tek bir ağacımız vardı sanki ve biz o ağacı kestik. Hrant ımıza kıydık. Şimdi hepimizin canını bu kadar yakan yapayalnız çorak kalacağımızı bilmek korkusu belki de. Hrant buralı olmanın tüm anlamını kendinde var etmiş biriydi. Onun gülüşünden, sahiciliğinden, geride sayıları az da olsa insan bıraktığımızı, herkesi katletmediğimizi anlıyorduk biz. Farkına varmasak da Hrant ın canlı, içten varlığı vicdanlarımızı yatıştırıyordu. Ertelenmiş bir hesabı biraz daha ertelememizi sağlayan vicdani bir sigortaydı sanki. Biz onu öldürmekle kendimizi öldürdük. Şimdi her şeyle yüzleşilecek. Biz olmakla, bu ülkede doğmakla, insan olmakla ilgili bildiğimiz kutsadığımız her şeyle yüzleşilecek. Bu kurşun Türkiye ye sıkıldı diyenler hamaset yapıyor görünseler de aslında gerçeği söylüyorlar. 19 Ocak ta vurulan kurulmuş kimliklerimizin gerilere ittiği insanlığımızdı aslında. Canımızın bu kadar yanması bundan. Suçluyuz çünkü. Yetim bırakılmış o evlada sahip çıkamadık. Sadece Etyen in değil, Ermeni meselesine akılla yaklaşan herkesin kalbiydi Hrant. Tarihe akılla, hesapla yaklaşıldığında kaybedilenin insanlık olduğunu en iyi Hrant biliyordu. Tercihini tarihin kuru akışından yana değil, çekilen acılardan yana yapması boşuna değil. Bu benim yüküm dediği gerçek acılar ilgilendiriyordu onu.
Bazı hikayeler baştan, bazıları sondan okunduğunda anlam kazanır. Hrant ın hikayesi, her yerinden okunabilir. Çünkü hesabı yoktu onun. Her hücresiyle gerçek bir hayat onunki. İster başından, ister sonundan başlayın. Her yerinden bir insana çıkarsınız onun hikayesinde. Daha küçük bir çocukken düştüğü yetimhaneden başlayın isterseniz. Yetimhaneyi bir an evvel uzaklaşılacak bir yer gibi görmemesi, orada tanıştığı yetim arkadaşıyla evlenmesi. Kaçmadığı gibi yetimhaneyi iyileştirmek için yönetimde yer alacak kadar sahiplenmesi onun Türkiye ile ilişkisidir aslında. Ona yetim muamelesi yapan ülkesinden gitmeyi hiç düşünmemesi anlatmıyor mu bunu? Ne yapacaksa kendi ülkesinde yapacaktı. Başkalarının ülkesinde değil. Uluslararası bir toplantıda kendisini alkışlayan, sarılıp kutlayan Avrupalıların ilgisine, Bilmeden bir yanlış mı yaptım? Ülkemin aleyhine bir şey mi söyledim ki bu Almanlar, Fransızlar beni alkışlıyor? diyen Hrant Dink ten söz ediyoruz. Hrant ın ölümü Hrant ın ölümü değil aslında, bizim ölümümüz. O gün öldürülen biziz. Canımızın bu kadar yanması bundan. Bu ülkenin en acılı, en gizli tarihinin yükünü yüklenmiş o kalbi koruyamadık. Herkes cesaretinden söz ediyor Hrant ın. Cesaret onda haklılık ve samimiyet duygusuyla birleşmeseydi ne anlamı olurdu ki? Hrant ın cesaretini anlamlı kılan onun haklı ve samimi olmasıydı. Onu bu ülkenin vicdanı yapan şey de bu sahiciliğiydi.
Son fotoğrafa iyi bakın...
Hrant Dink in vurulduğu yerde yatarken verdiği son fotoğrafa iyi bakın. O fotoğrafa hepimiz iyi bakalım. Gözlerimiz ışıktan bembeyaz olana kadar bakalım. Kör oluncaya kadar. Dışı cilalanmış, altı tamire muhtaç o ayakkabılara iyi bakın. Tıpkı Hrant ın içi gibi ayakkabıları. Bu ülkede yaşarken dağıttığı sevginin, insanlığın bir ömür yeteceği bizler sadece parçalanmış ayakkabısına değil ayaklarının düşerken aldığı şekle de bakalım. Birbirine dönük o ayaklar bir yetimin ayakları. Ancak yetim büyüyen biri düştüğünde ayakları öyle çevrilir birbirine.
Şimdi Kumkapı daki Meryem Ana Kilisesi nde uyuyor Hrant. Yüzü koyun değil artık. Yüzü gökyüzüne ve Tanrı sına dönük. Derin uykusunda sığındığı şefkatli kucağın, Meryem Ana sının yeterince koruyamadığı halkına nasip olmayan bir vedaya hazırlanıyor. Derin husumetlerin ürettiği derin ruh. Derin insanlık. Tüm o acıların yükü altında dövüle dövüle billurlaşan kalbiyle Hrant şimdi Meryem Ana Kilisesi ndeki soğuk odada toprağına gömülmeyi bekliyor.
Gittiği her ülkede ilk önce Ermeni mahallelerine gitmesini yadırgayanlara, nar hikayeleri anlatırmış. Halkının tüm dünyaya dağılmasını Ermenilerin ulusal sembolü nara benzetiyordu. Bir narın çatlaması gibi dağılan Ermenilerin izlerini arardı gittiği her yerde. Ama onu Hrant yapan, narları saçılmış o ağacın köklerini, gerçeğini bu ülkenin derinlerinde tarif etmesiydi. Şimdi çatlayan o nardan dağılan Ermeniler dünyanın her yerinde Hrant ın anısı önünde eğiliyorlar. Bir arkadaşım İran dan aradı, bir diğeri Los Angeles tan. Her yerde yaşlı tehcir görmüş Ermeniler, onlardan esirgenmiş bu toprakların şefkatine sığınan Hrant ın yasını tutuyorlar. Tuttukları kendi yasları değil. Onlarınki çoktan yas olmaktan çıkıp, bir varlık halini aldı çünkü. Bu toprakların onu terk etmeyen, ona aşkla bağlı olanlara yüz vermediğini görmek ağlatıyor onları şimdi.
Bir arkadaşı anlatmıştı, Hrant ın babasından duyduğu çok sevdiği bir şarkının sözleri, Biz gittikten sonra nasıl akacak bu nehirler, nasıl esecek rüzgâr? anlamındaymış. Herkes gittikten sonra nasıl esecek rüzgâr? Ve biz kalanlar o rüzgârın acıttığını duyarak nasıl devam edeceğiz hayatımıza? O rüzgârın, suların acısını duymadan nasıl?
Hrant gitti. Bu ülkede doğan, büyüyen herkesten fazla devraldığı acılarla yüzleşerek, yüzünü, kalbini acılarına açarak gitti. Ama ben inanıyorum. Onun açık, sevgi dolu kalbi şimdi geride başkalarını acıya boğarak çarpmaya devam ediyor. Bu acıdan herkes büyük bir kalp olarak çıkacak. Bu acıya, bu acının anlamına sahip çıkacağız. Yoksa ondaki yürek tek başına hiçbirimizde yok.
BEJAN MATUR
24/01/2007
|