Horiepiskopos Samuel AKDEMİR
Süryani Kadim Ortodox Kilisesi
Sayın Başkan, Yurt içinden ve Yurt dışından gelen sayın katılımcılar, sayın basın mensupları, sayın izleyiciler;
Sizleri İstanbul-Ankara Süryani Kadim Toplumu, Ruhanî Reisi Metropolit Filüksinos Yusuf Çetin ve şahsım adına saygı ve sevgiyle selamlıyor, hepinize iyi günler ve mutluluklar diliyorum.
Bu anlamlı günde tüm insanlığı ilgilendiren "Dinler arası Barış ve Diyalogu"nün önemini, yararını ve güzelliklerini vurgulamak ve bu kutsal topraklardan tüm dünyaya yansıtmak üzere bir araya gelmekten büyük kıvanç ve mutluluk duymaktayız.
Bildiğiniz gibi, "Dinler Arası Barış Diyalogu" toplantılarına 20. yüzyılda başlandı. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında bu tür girişimler daha etkili bir aşamaya geldi. Bu güzel olayın başlatıldığı yer Amerika Birleşik Devletleri dir. 1919 yılında tanınmış eğitimci Andrevv Carnegie nin ABD de kurduğu Barış için Birlik çalışması, dinler arası ilk barış girişimidir. 1928 yılında bu çalışmayı değerlendiren Cenevre Konferansı, bu tarihi olayı daha evrensel bir boyuta taşımıştır.
1945 yılında kabul edilen Hoşgörü ve İnsan Hakları Beyannamesinde şöyle yazılıdır: "İnsan ne renk olursa olsun, hangi inanca, hangi topluma mensup olursa olsun, onun yaşama hakkı, sosyal hizmetlerden yararlanması ve kendi inancına sahip çıkması en doğal hakkıdır."
Bu Hoşgörü ve İnsan Hakları Beyannamesine sadık kalan Amerika ve Avrupa devletleri, dünyanın mağdur insanlarına kapılarını ardına kadar açmış, insan kardeşlerini bağırlarına basmışlardır. Bu toleranstan yararlanmasını bilen Müslüman kardeşlerimiz kısa sürede dünyanın değişik coğrafyalarına hızla yayılmışlar, Amerika ve Avrupa ülkelerinde binlerce okul ve cami açmışlardır. Bu bağlamda, Hıristiyanlığın büyük dinî merkezi olan Vatikan da da görkemli bir cami kurabilmişlerdir. Bunlar, hoşgörüye dayalı diyalogun verdiği en önemli meyvelerdir. Bundan daha güzel ve yapıcısı olamaz!
Gerçek diyalog tek taraflı değil, karşılıklıdır. Eğer tek taraflıysa, o zaman bu diyalog değil, monolog olur. Diyalog karşılıklı saygı, sevgi ve fedakarlığa dayanmalıdır. Peki durum böyle mi? Göksel dinler arasındaki sürtüşme ve kavgaların nedeni, din bilgilerini yanlış yorumlayan ve din istismarcılığı yapan çevrelerin olumsuz tutumlarıdır. Bu yaklaşıma göre, Allah ın cenneti sanki sadece onların ellerindedir. Diğer inananlara kapılar kapalıdır. Hatta, Ehli Kitap bile olsa, yeri cehennemdir. Sadece bu tür bir yaklaşım bile, karşılıklı ilişkiyi daha başlamadan bitirmektedir, ya da en azından önüne rezervler koymaktadır. Kuran-ı Kerim in Bakara suresinde şöyle yazılıdır: "Doğrusu, inananlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah a ve Ahiret Gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri (hakları), Rablerinin katında saklıdır. Artık onlara korku yoktur. Ve onlar üzülmeyecektir. " Şimdi Kuranı Kerim in bu açık ayetlerini mi temel alalım, yoksa cenneti kendi elinde tuttuğunu düşünen kişilere mi inanalım? Yoksa, doğru olduğu düşünülen ama yanlış yapılmış bir yoruma mı?
Düşüncemize göre, her insan kendi inancına sadık kalarak, başka inançlara saygı gösterip hoşgörüyle yaklaştığında, sözünü ettiğimiz Hoşgörü taraflar arasında kök salabilir. Ancak bunun tam aksine, kişi başkalarının inançlarını beğenmeyip, hor görüp, hatta aşağılamaya başlayıp, üstüne üstlük kendi inancı içinde eritmeye kalkıştığında sorunlar çıkmaya başlar, ipler kopar ve iletişim kesilir. Bu yüzdensorunlar yaşayan kişi ve toplumları, bazen tarih sahnesinde, bazen yakın geçmişimizde görebiliyoruz. Kuranı Kerim şöyle diyor: "La ikraha fiddîn", yani "dinde zorlama yoktur". Gerçekten de zorlamayla yaptırılan bir işin ne değeri ne de sevabı vardır. Allah insanı özgür yaratmıştır; kişinin kendi arzusuyla yaptığı bir iş Allah ın gözünde değer bulur.
İsa Mesih, "İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın" demiştir. Hıristiyanlar olarak insan kardeşlerimizi sevmekle ve herkesle elimizden geldiğince barış içinde yaşamaya çalışmakla yükümlüyüz. Kutsal İncil, "Görmüş olduğu kardeşini sevmeyen, görmemiş olduğu Tanrı yi sevemez" der. Bunlara ek olarak, Kutsal İncil in özellikle bir kısmı vardır ki, tamamı sevgi üzerinedir. Bu bölüme göre, dağları yerinden oynatacak imanımız olsa, ama sevgimiz yoksa bunun hiçbir faydası yoktur. Meleklerin diliyle konuşsak, ama sevgimiz yoksa, ses çıkaran zilden farkımız kalmaz. Evet, diyalog sevgiyle başlar, sevgiyle devam eder, sevgide köklenir. Birbirine sevgisi olmayan insanların, sevgi zemini dışında hiçbir şekilde kök salması mümkün olmayan diyalog ve hoşgörünün gelişmesini beklemesi boş bir rüyadır. Hoşgörü, içinde gerçekten Tanrısal bir sevgi barındırıyorsa, tatlı meyve verir. Yoksa, acılık köklerinden beslenen bir ağacın acı meyveleriyle karşılaşmamız hiç de sürpriz olmaz.
Allah bizleri farklı farklı yarattı. O, isteseydi Kuranı Kerim de de ifade edildiği üzere, "Lev şaa Rabbüka leceelehe ummatan vahida", yani "Rabbin isteseydi hepsini bir ümmet, bir ulus yapabilirdi." Ama yapmadı!
Yeryüzü, sanki Allah ın yarattığı güzel bir bahçe gibidir. Nasıl ki, bir bahçede renk renk ağaç, farklı farklı tatlara sahip meyveler varsa, yeryüzünde de değişik inançlara sahip, değişik yapılarda insanlar vardır. Yüreğinde Tanrı sevgisi olan kişinin sunduğu tapınma, hamt, şükür ve övgüler Allah ın nazarında makbuldür. O nun kutsal ismi sonsuza dek yücelsin. Amin!
Sayın katılımcılar!
Bundan yaklaşık 70 yıl önce Mardin-Midyat ın Keferze köyünde, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında tanık olduğum gerçek bir dini yakınlaşmayı izin verirseniz sizlerle paylaşmak istiyorum:
O zamanlar 8 yaşında bir çocuktum. O bölgedeki insanlar genelde yağmur suyundan yararlanırlar, yağmur yağmadığı zamanlar millet perişan olur. O yıl yeterli yağmur yağmadığı için kuraklık olmuş, halk da perişan düşmüştü. Bölgede yaşayan iki dinin mensupları bir araya gelerek, 7 den 70 e kadar herkesin katılacağı bir yağmur duası yapılacaktı. Dua zamanında bir taraftan İncil den ayetler, diğer taraftan da Fatihalar okundu. Herkes kendi inancına göre, samimiyetle ellerini açıp Allah a yakarışta bulundu. Bu sırada, Allah ilahî kudretini bir mucizeyle gösterdi ve yağmur sağanak şeklinde yağmaya başladı. Herkes şaşkınlık içinde hayran hayran Allah a şükran ve övgülerini sunmaya devam etti.
Tek Allah a inanan ve O nun büyüklüğüne sığınan, karşılıklı hoşgörü ile birbirini kucaklayan inananlar, hem Allah ın beğenisini ve insanların takdirini kazanmış, hem de içinde yaşadıkları dünyayı da cennete çevirmiş olurlar.
İ.S. 750 de iktidara gelen Hz. Muhammed in amcası Abbas ın soyundan gelen Abbasiler döneminde, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında çok samimi ve sıcak bir diyalog olduğu hemen hemen herkes tarafından bilinir. Özellikle Harun Reşit ve Halife Memun döneminde Yunan felsefesini Süryanice ye, Süryanice den de Arapça ya çevirip "Bağdat Beytelhikme" yani Tıp Fakültesine ve kütüphanesine taşıyan Süryani bilge Hunayn bn. İshak tır. Halife Memun, bu bilge adama Süryanice den Arapça ya çevirdiği her kitap ağırlığında altın veriyordu. Aynı zamanda Halifenin başdanışmanı Süryani düşünürü Suriyeli Yuhanna bn. Mansur dur. Abbasilerin mali müşavirleri, yazarları, doktorları genelde Hıristiyanlardı. Ayrıca İslamiyet ten önce Mekke-Medine de tek Tanrı inancını müjdeleyen de Süryani Nesturi Episkopusu Varaka bn. Nufal dır. Hz. Muhammet peygamberliğini ilan etmeden önce, genç yaşta tanıştığı Nesturi Rahip Serkis Bahire den tek Tanrı inancına ilişkin çok şeyler öğrenmiştir. Roma İmparatorluğu zamanında, tek Tanrı inancına sıkı sıkıya bağlı Hıristiyanların yüzbinlercesi şehit olmuştur.
Tek Tanrı inancı tüm göksel dinlerin ilham ve vahiy kaynağıdır. Allah ın birliğini kabul eden bütün inanlılar, Allah ın Kelâmını ve ruhsal gıdasını Tanrısal kaynaktan almış olurlar. Allah ın Kelâmı mef’ül değil, faildir ve yaratıcıdır. Tevrat ın Tekvin (yani Yaratılış) bölümüne göre, varolan her şey Tanrı tarafından yaratılmıştır. İnsan da evren de Allah ın "ol" demesiyle olmuştur. Tüm insanlar; hangi milletten olursa olsun hepsi insanlık ailesinin birer üyesi olarak birbirini gerçek sevgi, karşılıklı saygı ve hoşgörüyle kabullenmek ve birbirlerine hizmet etmekle yükümlüdürler.
Sayın dinleyiciler!
Irk, din, dil ayırmaksızın insanlığın huzur ve mutluluğu için gönülden çalışan Allah a yakın birçok erdemli evliya, aziz, ilim ve sanat adamı, yazar, kaşif ve barışsever dünyamıza takdire şayan büyük hizmetler vermişlerdir. Bu değerli insanları minnet, şükran ve rahmetle anarken, onların izinde giden ve dinler arası barış ilkelerini benimseyerek hayata geçirmeye çalışan siz değerli katılımcıları, bu sempozyumu düzenleyen sayın Başkan ve çalışma arkadaşlarının şahsında kutluyorum. Özellikle, Yüce Türkiye Cumhuriyetimizin himayesinde, Dini Şûralar, hoşgörü ve barış toplantıları düzenleyen, yapıcı konuşmalarıyla katkıda bulunan Diyanet İşleri Başkanı sayın Mehmet Nuri Yılmaz beyefendinin takdire şayan hizmetleri olmuştur.
Yüce Allah güzel ülkemizi ve dünyanın tüm ülkelerini felaket ve afetlerden korusun; tüm dünyaya huzur ve mutluluk versin, sizleri nimet ve bereketleriyle sevindirsin.
Beni sabırla dinlediğiniz için, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Tevidyöthö segiyöthö leböhöthö dilen mceleyö dcitö Suryöytö kedistö metul mele msimöne dilhun.
Böcenö lhun hulmönö tobo bkulhun yevmöthö dilhun..
Can bar citö...
|