Tarihi ve kültürüyle cezbeden KENT
Buranın toprakları büyülü; havası ise tarih, aşk, acı, yaratım ve yaşama dair akla gelebilecek her tür esintiyi yüzlere çarpıyor gibi. Ayağınızı bastığınız anda köksüzlük duygularınızı silip atıyor. Buralarda kendinize kök buluyorsunuz, geçmiş hikayeleriniz oluyor bir anda. Bir Süryani nin, Ermeni nin ya da bir Kürt ün... Olmadı, bir Mehellimi nin hayatında size ait öykülerle karşılaşıyorsunuz. Midyat ın göbeğinde beslenen öykülerinizin çağrısının dayanılmaz ağırlığını duyuyorsunuz.
Kendine has sarı sarı taşlarına vuran güneş, yüzünüze derin bir eskilik katıyor. Herşey ve siz tarihin uzak köşelerinden çıkıp gelen fotoğraflara dönüyorsunuz. Zamanın derinliğini kadrajnda taşıyan eski fotoğraflara dönüyorsunuz. Burası geçmiş ile bugün arasındaki gizemli buluşmalara has bir haz veriyor. Bu nedenlerle sanki daha sahici oluyorsunuz. Sahici insanlara has bir huzuru sırtlıyorsunuz. Adını aldığı mağaraların arasına gizlenmiş hayatların tozlarını alıyorsunuz.
Midyat ya da tarihi adıyla Matiate, tarihi ve kültürleri sakladığı yüzüyle cazibesine çekiyor herkesi.
Biz de bu cazibeye kapılıp yüz sürüyoruz kapısına...
Tarihin cennetlik bahşettiği Mezopotamya nın yüksekçe düzlüğüne kurulu kent, daha ilk anda şaşırtıyor. Hakkındaki efsaneleri ne çok hakkettiğini düşündürtüyor. Midyat taşı da denilen katore taşları ile örülü duvarlara vurarak yansıyan güneşle adeta yaldızlanıyor kent. Geniş duvarların ortasındaki köşk tarzı evler binbir gece masallarından çıkmış gibi yükseliyor. Geniş avluları ve kısa merdivenleri ile çıkılan evlerin, tarihi simgeleri cesurca taşımasına anlam veremiyorsunuz. Aklınıza ilk önce Bu kentin hepsi mi tarihten kaldı sorusu geliyor. Sonra da içindekilere tarihin gizlediği insanlarmış gibi baktığınızı fark ediyorsunuz...
Heyecan duyuyorsunuz... Bir kent heyecan verir mi demeyin, farklı dinlerin ve dillerin birbirlerini kucakladığı Midyat hakikaten heyecan veriyor... İnanmayan denesin!
Sümer, Asur, Urartulardan Kürt, Süryani, Mehellimilere...
Sarımtırak duvarlarında kartpostalı andıran kentin tarihini yazılı belgeler MÖ 1000 li yıllara kadar götürüyor. Daha eski olması muhtemel bu yerleşim yeri adını ise tarihin bir zamanında Zerdüştilerin ateşgah olarak da kullandığı mağaralardan alıyor. Volkanik dağların arasındaki bu yerleşim yerine mağaralar kenti anlamına gelen Matiate adı veriliyor. Matiate adına MÖ 9. yüzyıla ait Asur tabletlerinde de rastlanıyor.
Mağaralar kenti Hasankeyf e benzerliği dikkat çeken kent, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Sümerlerin, Asurların, Urartuların, Makedonların, Perslerin ve Romalıların ve daha sonra da İslam ın izlerini taşıyan günümüz Midyatı na bir sentez kent demek emin olun abartılı olmaz.
Zira Midyat kelimesine Süryanice, Farsça ve Arapça karışımı bir anlam yükleyecek olursanız Ayna anlamına da geliyor. İçinde barındırdığı çok renkli yapıyı yansıtıyor
İşte şimdi bu kültürler çeşnisinde Kürtlere, Süryanilere, Keldanilere, Mehellimilere ve Yezidilere yurt olan Midyat ın her dokusu insan uygarlığının ulaşabileceği en yüksek buluşmayı temsil etmenin gururunu taşıyor.
Dillerin ve dinlerin kardeşliği
Tarihi dokusuna şaşırarak dolaştığınız kentte dillerin ve dinlerin buluşmasına hayranlık duymadan da edemiyorsunuz. Bir yandan çan sesi, diğer yandan ezan sesi ibadete çağırırken Midyatlıları, kimi Kürtçe, kimi Süryanice, kimi ise Mehellimice sesleniyor... Türkçe kullanılsa da ortak dili ağırlıkta Kürtçe oluşturuyor. Diller birbirine bakıyor. Süryanice soruya bazen Kürtçe, bazen Arapça yanıt geliyor. Tersi de oluyor... Dillerin kavga ettiği ve egemenlik kurduğu Türkiye de çok dilli yaşamayı öğrenen bu kent hayranlığı hakkediyor.
Tarihi Midyat, modern Estel
Bu güzel kenti sadece Midyat olarak biliyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü Midyat kenti günümüzde Estel ve Midyat diye ayrılan iki yerleşim alanından oluşuyor. Süryanice de Fidanlık anlamına gelen Estel, Midyat tan farklı olarak modern kentleşmenin izlerini taşıyor. Tarihi dokusuna sadık kalan Midyat ile modern kentin izlerini taşıyan Estel, içerisindeki nüfus yoğunluğu ile de kısmi farklar barındırıyor...
Midyat kısmının ağırlıklı nüfusunu daha çok gayrimüslimler ve Kürtler oluştururken, Estel bölümünün ağırlıklı müdavimleri Araplardan, Mehellimilerden oluşuyor. Estel in tarihi dokusunun bozularak günümüzün herhangi bir küçük yerleşim yerine dönmesi biraz hüzünlendiriyor doğrusu...
Estelcilik ve Midyatçılık ayrımının tarihsel arka planını araştıranların karşısına 1516-26 Osmanlı belgeleri çıkıyor. Karşılıklı iki tepeye kurulan kentlerden Estel o dönemde 60 haneli Müslüman Mehellemi cemaatinin olarak tanımlanırken, Midyat ise Süryani Ortodoks cemaatinin olarak geçiyor. O günden bugüne Estel e göç eden Kürt ve Arap aileler Estelcilik içinde eriyor. Midyat a gelen Müslüman da olsa kendilerini Midyatlı görüp karşı tarafı Estelci görüyor. Bu kadar barışık bir kentin kırılma noktası da bu iki isimde gizleniyor.
Görkemli yapılar bir arada
Bu tarihi kentin en görkemli yapılarını inanç merkezleri oluşturuyor. Mimari yapısındaki büyüleyiciliğe kapılmadan kenti dolaşana pek rastlanmıyor...
Kent önemli dini ve tarihi yapılara ev sahipliği yapıyor... Süryani dilinde Yoldath Aloha , Arapça da El Hadra (Bakire) olan Meryem Ana Kilisesi, Mor Gabriel Manastırı (Deyrul Umur), Cevatpaşa Camii, Merkez Ulu Camii, Hah Harabeleri, Mor Loozor Manastırı, Mor Serkis ve Bakos Manastırı, Mor Dimet Kilisesi, Merkez H. A. Rahman Cami, Mor Estafanos Kilisesi, Mor Habil, Mor Abrohom Manastırı...
Bir yüzünde hep acı saklı
Midyat gezimiz kenti dolaşarak başlıyor. Şehrin tüm yapısı tarihi olmasa da Midyat a özgü kataro taşı ile yapılan ve Mezopotamya figürleri ile süslenen yapılar, tüm kentin tarih öncesine ait olduğu hissiyatını uyandırıyor.
Evlerin avlusunda bulunan derin bîrler (su kuyuları) ise dikkatlerden kaçmıyor. Nerede ise her evde temiz su kuyuları bulunuyor...
Kentteki kilise ve cami yoğunluğu dikkat çekiyor. Az ileride duran bir Ermeni Kilisesi ni dolaşmak istiyoruz... Ne yazık ki, kapalı. Çünkü bir zamanlar yaşadıkları kenti Ermeniler terk edeli epey zaman oluyor. Buradaki Ermenilere ne olduğunu bilen bir mahcubiyetle kilisenin kapalı kapısından dönüyoruz...
Aklımız 1915 olaylarında kalıyor. Bu kentte 1915 in can yakan bakışları dolaşıyor. Ermenilerin Büyük Felaket dedikleri o günlere, yaşananlardan Ermeniler kadar nasiplerini alan Süryaniler Seyfo yani Kılıç zamanı diyor. Gayrimüslimlerin gözlerindeki Seyfo zamanından kalma korku ve birazcık da ürkeklik dikkatten kaçmıyor...
Az sonra kızlı erkekli bir grup çocuk etrafımızı sarıyor. Seriye takılmış gibi konuşuyorlar: Abla sizi kiliselere, Sıla nın evine, Bir Bulut Olsam ın evine götürelim mi? Arada bize şehrin tarihinden bahsediyorlar. Ama maalesef bilgilerine bizden alıcı bulamıyorlar...
Davetsiz konuklar
Hafif yokuşlu dar sokakları dolaşırken kendimizi büyük kapılı bir evin önünde buluyoruz. Destursuz daldığımız iki katlı evin girişinde önce bir su kuyusuna, sonra da ev yapımı Midyat şaraplarına rastlıyoruz. Evin üst katındaki ev sahipleri şaşkın bakışlarla bize bakıyorlar... Sonra şaşkınlıklarını bir kenara bırakıp davetsiz konuklarına bir Midyat evini göstermenin telaşı ile davet ediyorlar.
Evin kimi yerleri eski, kimi yerleri ise yeni yapılmış... Geniş avlulu ev bir konak gibi... Süslü trabzanlarla çevrili merdivenleri çıkıp damından Midyat ı izliyoruz. Muhteşem görünüyor. Çanlar, konaklar, kıvrımlı yapılar Midyat taşına bürünmüş... Tüm kent tek elden çıkmış gibi geliyor...
Evren in konuştuğu yerde
Hemen yanıbaşımızda yükselen bir yapı ise muhteşem bir konak gibi. Oraya gidiyoruz. Bu tarihi yapı şimdi bir konukevi olarak kullanılsa da tüm Türkiye burayı Sıla nın evi olarak tanıyor.
Alt katta tertemiz bir su kuyusu ve genişçe bir mutfak uzanıyor. Karşı tarafta ahşap damlı bir yapı daha uzanıyor. Merdivenleri ve katları önce bir çırpıda çıkıyoruz... Sonra inceleye inceleye iniyoruz...
En üst katta demir trabzanlarla süslenen küçük balkona çıkıyoruz. Balkonun dışa bakan yüzünde dikkat çeken figürleri izliyoruz. Ordan da Midyat a bakıyoruz...
Rehberimiz 1980 Askeri Darbesi nden sonra cumhurbaşkanı olan Kenan Evren burada halka hitap etti diyor. Bu bilgi bir anda balkona başka bir nazarla bakmamıza yol açıyor. Burada kaç kişiye bu darbe generali hitap etti acaba? diye düşünüyorum...
Az ilerde kentin dışına doğru görülen geniş yapıya gözüm takılıyor. Oraya Topçular Kilisesi deniyormuş. Asıl adı Mor Hobil olan kiliseye bir vakitler ordunun topçuları yerleştirilince adı halk arasında Topçular Kilisesi olarak kalıyor.
Konukevinin bir alt katına inerken balkon kısmında gözcü kulesini ve mevziyi hatırlatan kapalı bir mekan dikkat çekiyor. Buranın çok eskiden savaş için kullanıldığı söyleniyor bize. Bu muhteşem konağın bir yüzünde saklı olan savaş hikayesi şaşırtıyor. Yaşam ve savaş madalyonun iki vazgeçilmez yüzü gibi duruyor konakta...
Katları dolaşmayı bitirdiğimizde, Burada ancak bir aşiret reisi yaşamıştır diyoruz ve yanılmıyoruz. Kentte hâlâ varlığını sürdüren ağa-aşiret düzenine has çizgilere pek çok yerde rastlıyoruz...
Topçular Kilisesi nde adanmış bir hayat
Topçular ya da namı diğer Mor Hobil-Mor Abrohom Manastırı ndan içeriye girdiğimizde güneşin altında dantel işleyen bir kadın yüzünü kapatarak kaçıyor. Az ilerde ise siyahlar giyinmiş bir başka kadın ise arkasını dönüyor. Bunların manastırın rahibeleri olduğunu anlıyoruz. Onları daha çok utandırmadan tarihi yapının kilise kısmına geçiyoruz.
Orada dikkatimizi Arap yazısına benzer yazılar çekiyor. Yazıların Aramice olduğunu öğreniyoruz. Farklı farklı yazılan yazılar dikkatimizi çekince kilisedeki bir genç Aynı yazının 7 farklı çeşidi var diyerek şaşkınlığımızı gideriyor.
Metropolitlerin resim ve mezarlıklarını da gösteriyor. Metropolitlerin mahşer günü İsa yı ayakta karşılamak için dik ya da oturulmuş şekilde defnedildiklerini anlatıyor.
Kiliseden çıkarken manastır bahçesinde ufak tefek işlerle uğraşan rahibe kadınlar aklıma takılıyor. Yaşlıca ama dingin yüzlü bir tanesinin yanına oturuyoruz. Yanımdaki arkadaşım resim çekmeye kalkınca Kürtçe istemediğini anlatıyor. İnancımıza göre bizim resim çektirmemiz günah deyince, fotoğraflarını çekmekten vazgeçiyoruz.
Ama o dingin yüzün hikayesini de merak ediyoruz. Adının Feride olduğunu söyleyen Süryani rahibe, birkaç yıldır manastırdan çıkmadığını anlatıyor. Çok konuşmaktan hoşlanmıyor. Ama sorularımıza da yanıt veriyor.
Türkçe sorularıma ısrarla Kürtçe yanıt vermesi üzerine Niçin diyorum. Dilimiz babamızdır, atamızdır. Dilimizi unutursak atamızı babamızı unutmuş oluruz diyor. Niçin fotoğraf çektirmediğini sorduğum anda ise bize geniş demir kapıyı gösteriyor: Şu kapıdan girdiğimiz andan itibaren dünyevi her şeye sırtımızı döneriz. Kalıcı olan öbür dünyaya hazırlanırız. Biz buraya ömrümüzü tamamlamaya geldik. Kendimizi bu dünya için ölü sayıyoruz.
Anlatımından ve bakışlarındaki dinginlikten Feride nin öyküsünün adanmış olduğunu anlıyoruz...
İnançların ve dillerin acılardan sonra kardeşliğe ulaştığı bu kentte herkesin; bir yüzünün Hıristiyan, bir yüzünün ise Müslüman ya da Yezidi olduğunu... Dilinin bir yanının Kürt, bir yanının ise Asuri ya da Mehellimice olduğunu anlıyoruz... Hayatların bir yüzünün bu dünya, diğer yüzünün ise öbür dünyaya döndüğünü öğreniyoruz... Tıpkı tarihten çıkıp gelen, ancak bugünü de yaşayan Midyat gibi...
Sitere Ana nın ferman korkusu
Sitere Ana ya sokakta rastlıyoruz. Tombul ve güleç yüzüne hemen ısınıyoruz. Bizimle önce Kürtçe konuşuyor. Rehberimiz Süryanice konuşmaya başlayınca o da keyiflenerek anadilinde konuşmaya başlıyor. Rehberimiz bir Kürt. Ancak Süryanice öğrenmek için kursa gidiyor. Bir Midyatlı Midyat ın olan şeyleri bilmeli diyor. Bu çok dilli hal bizi biraz da mest ediyor. Halkın hemen hemen hepsi Kürtçe biliyor. Bunun yanında ise Mehellimiler ve Süryaniler kendi dillerini de biliyor. Çok az Kürt ün diğer dilleri bilmesi ise bizi düşündürüyor. Egemen olanın diğer yerel dillere ilgisizliği dikkatimden kaçmıyor.
Sitere Ana, eli kolu ile Midyat ı anlatıyor. Biz, Süryanilerin buralarda güvenli yaşayıp yaşamadığını sordukça, o çevreyi anlatıyor. Israrlı sorularımız karşısında dayanamayarak, Buralarda aşiret var, onlarsa Süryanileri bir de yoksulları eziyor diyor. Eli ile tarlaları işaret ederek Hepsi onların, bizler onların xulamlarıyız diyor. Süryanilerde ağalığın hiç olmadığını söyleyen Sitere Ana, şimdiki aşiret reisi ağaların aynı zamanda korucu olduğunu anlatıyor. Felemeze Cuma, Felemeze Aslan, Süleyman Çelebi, Abdullah Taş isimli ağaların isimlerini bir solukta sıralıyor.
Ağalardan bahsederken ferman zamanından korktuğunu anlatıyor. Fermanın ise gayrimüslimlerin geçmişte yaşadığı mezalime denk geldiğini daha sonra anlıyoruz. Sitere Ana dan ayrılıp Topçular Kilisesi ne doğru ilerliyoruz... Yolda tarlalarda açan çiçekleri hayranlıkla izliyoruz...
Çok kültürlü ve çok dinli Midyat hakkında bir şeyler yazacaksanız, Süryanilerle, Mehellimilerle ve Kürtlerle konuşmalısınız. Aksi halde Midyat ı yazamazsınız. Midyat la özdeşleşen Süryanilere dokunmadığınız ve onları dinlemediğiniz zaman ise Midyat ı eksik anlarsınız. Bu duygu ile biz de Midyat Süryani Kültür Derneği kurucularından Jakop Gabriel in kapısını çaldık. Bir Süryani nin öyküsü bütün Süryanilerin öyküsü ise; Jakop un öyküsü Midyat Süryanileri nin tarihsel, ruhsal belleği hakkında epey yardımcı olacaktır.
Jakop, ailesi ile birlikte 2002 de 23 yıllık bir gurbetliğin ardından Midyat a yerleşiyor. İsviçre de yıllarını geçiren, orada evlenen, hayatını orada yeniden kuran Jacop un Midyat a yerleşme kararı da öyle kolay ve kaygısız gelişmiyor.
1977 de PKK ile asker arasındaki çatışmalar yüzünden köyümüz boşaltıldı. Süryanice Merbolo, Kürtçe Merdabe (Günyurdu) Nusaybin e bağlı köyümüzü asker boşaltıyor. Askerlerin ölümüne biz sebep oluyormuşuz gibi köyümüzü boşalttılar. Köyümüzdeki Süryanilerin her biri bir yere dağıldı diyor Jacop Gabriel...
Süryanilerde de Ermenilerde de gözlemlediğimiz tedirgin ve kaygılı bakışların olduğundan bahsettiğimizde, Bunlar ortak travmadan kaynaklanıyor. Bakın biz Süryaniler Ferman dan (1915) ve Seyfo dan (Kılıç) geçirilme öykülerinin izlerini taşırız. Kendi yurdumuzda bir garip ve güvencesiz kalma duygusu hep bizimleydi diyor.
Jacop, 1915 olaylarını herkes Ermeniler üzerinde tartışsa da bu felaketin dikkat çekmeyen en büyük mağdurlarından birinin de Süryaniler olduğunu hatırlatıyor. Pek çok Süryani nin kılıçtan geçirilmesi yüzünden Seyfo olarak anılan sürecin etkilerinin günümüzde de derin olduğundan söz ediyor. Bu nedenle de Süryanilerin kendi toplumundan olmayanlara karşı mesafeli ve kaygılı olduğunun altını çiziyor...
Jacob Gabriel, Seyfo yu anlatıyor bize: Seyfo döneminde Süryani nüfusumuzun büyük bir bölümü gitmek zorunda kaldı. Bunun travmasını halen yaşıyoruz. 90 yıl geçmesine rağmen yaşananlar unutulmadı. 500 bin insanımız katledildi. Kalanlar dağıldı. Suriye, Irak, Lübnan a gidenler dahi oldu. Hayatta kalanlar köylerde bir süre yaşadılar. Sonra yine gidişler oldu. Ancak geri dönüşler de oldu. 1970 e kadar nüfusumuz epey toplandı. Ancak daha sonra göçler yine başladı.
1970 li yıllardaki göçlerin yanı sıra PKK ile devlet arasındaki savaştan kaynaklanan göçler olduğunu da anlatıyor. Bu dönemde de Süryaniler büyük baskılara maruz kalıyor ve pek çok köy boşaltılıyor...
1970 lerden sonra babalarımızın dedelerimizin askerde yaşadığı sıkıntılar anlatıldı. Biz o işkenceleri görmemek için topraklarımızdan kaçıyorduk. O dönemdeki gençler bu yüzden gitti. Daha sonra yavaş yavaş 1970 ve 1995 e kadar süren olaylar birbirini çekti. 23 yıl sürgünden sonra 2002 yılında kesin dönüş kararı aldım diyor Gabriel...
Gabriel net sayısını bilmese de, çok sayıda köylerinin boşaltıldığını ısrarla anlatıyor... Örneğin Turize Bagok Dağı nda biri hariç 8 Süryani köyü boşaltılmış. 60 bin dolaylarında olan nüfuslarının Midyat ta şimdi 450, köylerle birlikte ise 2 bin 500 dolaylarında olduğunu söylüyor. Ayrıca Süryanilerin kutsal ana yurdu olarak gördüğü Mardin, İdil, Dargeçit ve Nusaybin arasından oluşan Turabidin bölgesinde yaşananları da anlatıyor...
Dönmeye nasıl karar verdiklerini sorduğumuzda ise verdiği cevap gülümsetiyor: Ben buralara gelip dolaştım ve sonra da İsviçre deki Süryanilere, Artık buralara dönebilirsiniz, çünkü Kürtler ağaç dikmeyi öğrenmiş dedim. Bunun ardından da dönüşlerimizi hızlandırdık.
Bunları söylese de Gabriel, hala Süryanilerin güvencede olmadığı görüşünde. Bunun nedeni olarak ise inançlarının ve kimliklerinin hala yasal güvenceye kavuşturulmamış olmasını gösteriyor. Yasal olarak tanınmamış kimliklerin tedirginliğinin baki olduğunu söylüyor. Buna örnek olarak da 1600 yıllık Mor Gabriel Manastırı nın statüsünün ve arazi bütünlüğünün bozulmasına dönük gelişen soruna dikkat çekiyor. İnançlarını ancak hoşgörü olanakları çerçevesinde yaşayabildiklerini, din insanlarının ve kiliselerinin masraflarının gönüllü Süryanilerce karşılandığını anlatıyor...
Jacop Gabriel, Süryanilerin Kürtlerin kimliklerinin anayasal güvenceye kavuşturulması taleplerini desteklediğini, son zamanlarda Kürtlerden esinlenen Süryanilerin kimliklerine anayasal tanıma ve güvence taleplerini dillendirebildiklerini de söylüyor. Bu konuda özellikle yurtdışındaki Süryani örgütlerinin etkin olduğuna dikkat çekiyor.
Süryanilerin feodal düzene bağlı yaşamak zorunda bırakıldığından da yakınıyor. Özellikle köylerin aynı zamanda korucu olan aşiret ağalarına bağlanması ile Süryanilerin zorlandığını, daha önce terketmek zorunda kaldıkları topraklarına bu insanların hakim olması yüzünden, topraklarına yeniden sahip olmanın güçleştiğine işaret ediyor.
Gabriel, Süryaniler kendilerine ait toprakları ekerdi. Büyük bir kısmı tapuluydu. Zamanla boşalan köyler ve katledilen köylülerin toprağına korucular el koymuştu. Gidenler topraklarını alabilmek için üç katı para ödemek zorunda kalıyor. Kürtler aslında kendi toplumları içinde Süryanileri kucaklayalım çağrısı yapmalıdır. Sorunsuz toprakların geri verilmesi gerekiyor diyor son olarak...
Türkiye deki ilk dernekleri
Süryanilerin içe dönük ve dışa kapalı bir toplum olmaktan çıkması için derneklerini kurduklarını söyleyen Jacop Gabriel, Midyat Süryani Kültür Derneği ni Türkiye tarihinde bir ilk olarak niteliyor. 2004 yılında kurulan derneğin, Süryanilerin isteklerini ve tanıtımını yapmak için kurulduğunu, başarılı çalışmalar yaptıklarını kaydediyor. Süryaniler için festivaller, eğlence geceleri, spor etkinlikleri, sempozyumlar yapan dernek, kurduğu atölyelerle telkari gibi el sanatlarının da yeniden canlanması işlevi görüyor. Derneğin en önemli çalışmaları arasında ise 2005 te başlatılan ve Turabidin bölgesindeki tüm taşınmaz kültür değerlerini kayıt altına almayı hedefleyen bir proje bulunuyor. Sonbahara doğru bitmesi beklenen çalışma ile şimdiye kadar 200 e yakın eski yapı ve eser kayıt altına alınmış durumda.
DTP onlar için bir güvence
Jacop Gabriel, DTP listesinden Mardin İl Genel Meclisi ne seçilmiş. Siyaset yapmaktan çekinen Süryanilerin artık güvenerek siyaset yapabileceği bir çatı bulduğunu belirten Gabriel, DTP nin kendilerine yaklaşımını da net ve dürüst buluyor: Göstermelik olsaydı beni listenin başına almazlardı.
Süryani şarabında fabrika dönemi
Söz Midyat la özdeşleşen ev yapımı şaraplara geliyor. Yoğunlukta Süryanilerin yaptığı ev yapımı şarapların talebi karşılamaması yüzünden işi fabrikasyona döken Jacop Gabriel, fabrikaların da ev yapımı doğal şarap ürettiklerini söylüyor. Ancak bu konuda dirençle karşılaştıklarından da bahsediyor. Gabriel, en çok da Günah diyenlere şaşırıyor. Zira pek çok evde zaten üretilen ve kabul gören bir şarap geleneği bulunuyor. Şarabı fabrikada üretme amaçlarından birinin de bağcılığı yaygınlaştırmak ve istihdam alanı yaratmak olduğunu kaydediyor...
|
DTP’liler konuştu, AKP’liler tehdit etti ANF21:17 / 21 Aralık 2008 ANKARA - Meclis’te konuşan DTP Milletvekili Osman Özçelik, Jandarmalar ve çapulcular Mardin deki masum Ermenileri kıyımdan geçirdi. Ermenilerden özür dilenmeli sözleri üzerine, AKP’liler DTP lilerin üzerine yürüyerek tehditler savurdular.
Meclis Genel Kurulu nda 2009 bütçesi görüşülürken en sert tartışma Ermeni soykırımıyla ilgili oldu. Grubu adına söz alan DTP Milletvekili Osman Özçelik, "Ermenilerden Özür Diliyoruz" kampanyası ile başlayan tartışmaları hatırlatarak, Derik ilçesinde yaşanan katliamı gündeme getirdi.
MASUM ERMENİLERİ ÖLDÜRDÜLER
Konuşmasında Özçelik, "Ermeni kıyımı dedikleri olaylarda padişahın Kürtlerden oluşturduğu çoğunlukla çapulculardan oluşan bugünkü korucu birliklerine benzer Hamidiye Alayları eliyle birçok ermeni katledildi. Mallarına el konuldu. Mardin de masum Ermenileri öldürüldüler. Bir bölümü öldürülürken bir bölümü de Suriye ye kaçmak zorunda kaldı. Aralarında dedemin de olduğu kimi kişiler komşusu, tanıdığı bazı Ermeni aileleri kendi himayelerine aldılar ve onların kıyımdan kurtulmasını sağladılar" dedi.
Özçelik in sözlerine Meclis Başkanvekili Nevzat Pakdil tepki göstererek, "Konuşmanızın bütçe görüşmeleriyle ilgisi yok. Millete iftira niteliğinde bir konuşma yapıyorsunuz. Sadece millete değil, kendi dedenize de iftira atıyorsunuz" dedi.
ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLENMELİ
Bunun üzerine Özçelik konuşmasını sürdererek, ‘’Çapulcular ve jandarma eliyle çoğu zaman kitlesel bazı öldürmeler oldu. Ermeni insanlar sıraya konuyor ve göğsüne sıkıldı’’ diyerek, kimseye iftira atmadığını gerçekleri anlattığını söyledi.
Özçelik, gelinen süreçte Ermenilere bir özrün gerekli olduğunu belirterek, "İmparator hakimiyetinden kurtulmak isteyenlere en hafifinden hiç mi acı çektirilmedi. Bütün bu süreçlerde sizce özrü gerektirecek hiçbir şey yok mu? Kimi politikacılar doğruluğuna inanmadıkları halde böylesi açıklama yapabilirler. Milliyetçilik politikacıları görmez kılabilir, ama bilim insanlarının böyle ideolojik amaçlı yaklaşım içinde olması toplum için büyük bir tehlike arz ettiğini söylemek isterim" diye konuştu.
SAKIK IN ÜZERİNE YÜRÜDÜLER
Özçelik in konuşması nedeniyle yaşana gerilim yüzünden oturuma 10 dakika ara verdi. Ara verildikten hemen sonra DTP li Sırrı Sakık ayağa kalkarak, "Sayın başkan siz Maraş milletvekilisiniz, katliamı siz iyi bilirsiniz. Sen adam gibi ol diye bağırdı.
Sakık ın sözleri üzerine, AKP Burdur Milletvekili Bayram Özçelik in DTP sıralarına yürüdü. DTP li Kaplan ise Sakık ı geriye iterek üzerlerine gelen AKP lilere doğru yürüdü. Bu arada DTP liler de Kaplan a engel olmaya çalıştılar. Birbirlerinin üzerine yürüyen DTP li Kaplan ve AKP li Bayram Özçelik in yumrukları son anda önlendi. Özçelik le birlikte ileriye fırlayan bazı AKP lileri, grup yöneticileri durdurdu. Bu sırada Özçelik, "Nerede 1 milyon Ermeni. Nereye gitti bu insanlar. Nerede milyonlarca Süryani. Bunların hepsi bildiğiniz şeyler. Nasıl unuttunuz?" diye bağırırken, DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan da "İdil ilçesinde tek bir Süryani kalmadı" diye bağırdı.
BİR TEK SÜRYANİ KALMADI
Bu arada DTP Milletvekili Hasip Kaplan da ‘Bir tek Süryani kalmadı, biliyor musunuz. Hiç mi doğruyu konuşmayacağız" dedi. DTP’lierin bu sözleri üzerine MHP, AKP ve CHP’liler bir anda seslerini yükselttiler. Bu nun üzerine oturuma ara verildi.
Oturum başladıktan sonra söz alan MHP li Mehmet Ekici ise, "Burası Ermenistan parlamentosu değil, Türklere hakaret makamı değildir, Meclis Başkanı nın tavrına teşekkür ediyorum" diyerek Özçelik i Türk milletinden özür dilemesini istedi.
ANF NEWS AGENCY
|