Ahmet kaya ın Kızı Melis kaya ın bir yazısı
Babam öldüğünde 13 yaşında bir kız çocuğuydum. Tüm çocuklar adına, bu dünyanın babaların ölümünden artık bıkmasını diliyorum.
Birkaç gün önce, internet tabanlı sözlüklerden birinde babamla ilgili yazılanları okurken “Ahmet Kaya’nın itibarının geri verilmesi” başlığı altında şöyle bir girdiye rastladım; “eşşek her zaman eşşektir. itibarda verseniz altın semerde taksanız hiç birşey değişmez yine eşşektir.” Bu cümleyi yazdıktan birkaç dakika sonra, hızı alamayıp bu sefer de şöyle bir cümle girilmiş; “ben vallahi apoyu özledim diye şarkı söyleyen haysiyetsiz pkk yandaşı bir pisliğe ne itibarı verilecektir anlamış değilim. verilse verilse yarım kilo malafat rosto verilebilir. (bkz: tro*** thunder)”. Bunları yazan kullanıcının kullanıcı ismi ise “sizin hiç babanız öldü mü”.
Sözlerinin ağırlığı, can yakıcılığı, bir kişiye hakaret ederken o kişiyi seven insanları, o kişinin ailesini düşünmeden ve hunharca incitiyor oluşunu saymazsak elbette ki herkes kendisini ifade etmekte özgürdür. Keşke içinde bir şiirin duyarlılığını taşıyabiliyor olsaydı diye yazıklandığım bu kullanıcıya buradan cevap verme hakkımın Ahmet Kaya’nın kızı olarak saklı olduğunu düşünüyorum (tüm diğer yasal haklarım saklı kalmak kaydıyla); evet, benim bir kere babam öldü, 13 yaşındaydım.
Babam beni kardeşlik şarkılarıyla, kardeşlik masallarıyla büyüttü. Bana sevmeyi öğretti, affetmeyi, barışı... Bütün dinlerin, bizleri ayırmak, birbirine düşürmek için değil, bizlere huzur vermek için yaratıldığını öğretti. Bütün dillerin, insanların birbirini anlayabilme, kendilerini en doğru biçimde ifade edebilme ihtiyacı için var olduğunu öğretti. Dinimden, cinsiyetimden, milletimden, ırkımdan sıyrılıp yalnızca insan olduğumu fark etme serüvenimdeki yılmaz süvariydi babam.
Çoğu kişinin, benim Ahmet Kaya’nın kızı olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüğünü biliyor ve kendi tercihim olmayan bu durumdan dolayı her gün hayata teşekkür ediyorum. Evet çok şanslıyım, çünkü benim dünyadaki bütün güzellikleri toplayıp her gece başucuma bırakan bir babam vardı. Bir çocuğun azıcık yaşanmış geçmişine, babasıyla geçen 13 hatta hatırlayabildiği 8–9 senesine böylesine korkunç bir şekilde tecavüz edebildiğinize göre, sizler ne yazık ki benim kadar şanslı değilsiniz.
Babam öldüğünde 13 yaşında bir kız çocuğuydum. Bugün hayatı 21 yaşın bakış açısıyla yorumlamaya çalışıyorum ama o gittiğinden beri bir yanım hala çocuk ve hep öyle kalacak. Babama emanet ettim o çocuk yanımı. Belki o yanım biraz büyüyüp diğer yanıma erişebilseydi böyle bir yazı yazmaya gerek bile duymayacaktım ama o çocuk yanım günlerdir hep ağlıyor.
Babam öldüğünde 43 yaşındaydı. Çok büyüktü, görkemliydi, benim masal kahramanımdı. Bugün benim 40’lı yaşlarında arkadaşlarım var ve gözümde onlar o kadar gençler ki…
Kendimi bilmeye başladığımdan beri ailem bir savaşın içerisinde. Ben bir savaşın içerisindeyim ve o savaşın içerisinde atıldım büyüme macerasına. Bir sabah babam öldü ve annemle baş başa kaldım, yapayalnız. Bu yapayalnızlık içersinde, bu kadar acıtılmamıza karşı duyarlılık beklentimi, ne yazık ki büyümeye çalışırken yitirdim. Hala daha, bizi incitmeye çalışmaktan, babamın değerlerini, babamın değer verdiklerini kırıp dökmeye çalışmaktan kendinizi alıkoyamadığınızı uzaktan acıyla izliyorum. Babamın yokluğu kadar acı veriyor bu haliniz bana. Bu ülke adına, hayat adına ve hayatı doğru yaşamak adına…
Fütursuzca yapılmış olan tüm bu faşizan eleştirilere cevap hakkımı burada yalnızca annem ve kendi adıma kullanıyorum. Babamdan sonraki Ahmet Kaya sürecini bugün buraya biz taşıdık. Ahmet Kaya adının hayatımızı mahveden o aptalca ‘bölücülük’ yaftasından sıyrılıp birleştirici bir alana yani gerçeğin ta kendisine taşınabilmesi adına kimi zaman kendi varlıklarımızı dahi unuturcasına çabaladık. Gerçeği size anlatmaya çalıştık. Yani bir devlet bakanının ağzından ona dair dökülen pişmanlık ve özlem sözcüklerini hepinizin duyabiliyor olmasına, TRT’de Ahmet Kaya çalınabilecek olmasına ve Türkiye toplumu adına bu tarihsel utanç sayfasının hala açık duruyor olması noktasına kadar biz tek başımıza geldik. Siz, bu yolun hiçbir kavşağında bizim yanımızda, önümüzde ya da arkamızda değildiniz. Size elbette ki bunun ya da babama ve aileme dair herhangi bir şeyin hesabını vermek zorunda değilim; çünkü ben 13 yaşında geleceğimin en güzel yarısını verdim, çünkü ben diploma törenlerimi, kazandığım ilk paranın heyecanını, ilk erkek arkadaşımı, doğmamış çocuklarımı, üreteceklerimi, mutluluğumun temellerini verdim.
Siz, varlık gösteremediğiniz gerçek yaşamı sanal pencerenizden izleyerek, hayatın tam ortasında yapayalnız kalmış, parçalanmış bir küçücük aileyi daha fazla yıpratma uğraşındasınız. İnsanlar benim babama, benim anneme, benim dayıma, kuzenime, halama, teyzeme, babaanneme hakaret etme cesaretini kendilerinde nasıl bulurlar? Bu hakkı size kim veriyor? Beni, hayatınızda hiç tanımamış olduğunuz bir insanı, böylesine acıtma hakkını size kim veriyor?
Siz kimsiniz?
Siz, sizden kilometrelerce uzakta, yerin metrelerce içinde öylece uzanan ve bir daha hiç konuşamayacak, şarkı söyleyemeyecek olan bir insanın sesini mi kısmaya çalışıyorsunuz? Onun geride bıraktıklarını, ailesini kahrederek “daha da fazla yok edebiliriz, daha çok kirletiriz adını, artık sülalesi de defolup gider buralardan” diye mi düşünüyorsunuz?
Hayır! Biz, size rağmen burada yaşamaya devam edeceğiz. Kendi ülkemizde kalarak, kendi gerçekliğimizle yan yana yaşayacağız. Biz babam için, babamın bana öğrettiği gibi, bu ülkenin koynunu çiçeklerle doldurabilmek için üretmeye devam edeceğiz. Hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir şey kazanmadan, sizin bilmeden konuşup bizi incittiğiniz bütün sözlerinize ve suratlarınıza ayna tutarak üretmeye devam edeceğiz.
Hadi çıkın köşelerinizden artık, saklanmayın. Nasılsa bunca yıldır size dönük yanlarımıza tatminsiz aşağılamalarınızdan, tehditlerinizden, yalanlarınızdan, sömürünüzden, hakaretlerinizden, küfürlerinizden acı işlemez oldu. Babamı artık incitmeyin, bizi artık incitmeyin.
Hiçbiriniz bu hayata dair benim ve benim annemin ödediği bedelleri ödemiş olamazsınız; hiçbiriniz benim çektiğim acıları çekmiş, benim taşıdığım yükleri taşımış olamazsınız. Artık lütfen yorulun bizim canımızı yakmaya çalışmaktan, çünkü biz zaten kalplerimizi Paris’te gömdük. Siz de akılla yaşamanın güzelliğine erişin…
Son olarak, eğer kaldıysa, bu yazıyı lütfen siz de en çocuk yanlarınızla bir kez daha okuyun ki beni anlayasınız.
Tüm çocuklara benim babam gibi bir babayla yaşanabilecek en az bir 13 yıl diliyorum; Güzel insanlar olabilmeleri için… Tüm çocuklar adına, bu dünyanın babaların ölümünden artık bıkmasını diliyorum.
Ve babama gerçekten değer verdiğine inandığım herkesi onun şahsında tüm içtenliğimle selamlıyorum…
Melis kaya
|
Kürt açılımı ve demokratikleşme süreci etrafında bugün Kürt sorunu Meclis te tartışılıyor. Milyonların sevdiği bir sanatçı Ahmet Kaya ya ise 9 yıl önce Kürtçe bir şarkıya klip ekmek istediğini açıkladığı için linç edilmek istendi. Mağazin Muhabirleri Derneği nin ödül gecesinde Ahmet Kaya ya anadilinde şarkı söylemek istediği için çatal kaşık atan ve orada bu duruma sessiz kalanlar ömürlerinin sonuna kadar bu ayıplarıyla yaşayacaklar. Linç kampayasıyla karşı karşıya kalan Ahmet Kaya, sürgüne gitmek zorunda kaldı. Ahmet Kaya sürgünü giderken neler hissetti? Sürgünde neler yaşadı? Ahmet Kaya sız 9 yıl içinde yaşananları ve Türkiye nin içinden geçtiği süreci eşi Gülten Kaya ile konuştuk.
Ahmet Kaya nın ölümünün üzerinden 9 yıl geçti. Bu 9 yıllık süre sizin için nasıl geçti. Kısaca değerlendirebilir misiniz?
Evet, Ahmet Kaya sız tam 9 yıl geçirdik. Varlığı çok büyüktü, o nedenle bıraktığı boşluğu da, yani yokluğu da büyük yaşadık bizler. Onsuz yaşam çok zorlayıcıydı, halâ öyle. Eğer bu sıradan bir kayıp olsaydı, sabrını da tevekkülünü de edinmekte bu kadar zorlanmazdık, ama ırkçı bir saldırı üzerinden onu bizden ayıran süreç yavaş yavaş örüldü, organize edildi ve o dağ gibi insanın 43 yaşında hayattan, aramızdan, ruhumuzu iyileştiren üretiminden koparılması sağlandı. 9 yıldır bu haksızlıkla nasıl başa çıkabileceğimizi düşünerek yaşadık, ama vardığımız sonuç şu oldu: Bunun bir karşılığı olmalıydı. Ki var! O da, Ahmet Kaya nın şu anda tarih önünde yaşadığı ve herkese kısmet olmayacak olan o haklı huzur. Öte yandan, Hayatın her kesiminden insanı ortak bir duyguda birleştirme gücüne sahip olan Ahmet Kaya nın şarkılarını hayatın içinde tutmak, yeni kuşakları o doğru şarkılarla buluşturmak ve ona yapılan haksızlığın aktarıcısı olmak gerekiyordu. Dolayısıyla benim onsuz dokuz yılım yine onunla geçti.
Ahmet Kaya kimliğine sahip çıktığı için sürgün edildi. Başbakan Erdoğan ın Ahmet Kaya için söylediklerini nasıl yorumluyorsunuz?
Bana göre de Ahmet Kaya sız Türkiye eksik kaldı, Ahmet Kaya nın şarkılarına vefa göstermeyen bir Türkiye de eksik kalır. Benim şık bulduğum bu cümlenin içini açmak gerekirse ortaya şu tablo çıkar; Ahmet Kaya bir Kürttü ve fakat Türkiye Devleti nin bağışlanmaz bir ayıbı olarak kendi anadilini dahi öğrenemeden büyüdü ve 1985-2000 yılları arasında sürdürdüğü müzikal yolculuğunda şarkılarını hep Türkçe yazdı. Kendi anadilinde bir tek şarkı okumak istediğinde de başına gelenleri tüm Türkiye gördü. O nu linç etmeye kalkanlar, o çok sevdiklerini iddia ettikleri ülkelerine öyle büyük bir ayıp kazandırdıklar ki, asla telafisi olamayacak! O cahil ve pespaye güruhun içinde bir tek kişi bile yoktu demek ki Kürt dilini ve Kürt kültürünü kabul eden. Öyle olsaydı, bu kadar yıl kendi anadilinde değil, resmi dilde üreten bir insanın, tam da bu nedenle o sırada alkışlanması gerekirdi. Şimdi çok geç te olsa Sayın Başbakan ın Türkiye ye bu mesajı vermesi yerindedir ve fakat yerinde olması bu büyük ayıbı telafi etmeyeceği için asıl bundan sonra içinin nasıl doldurulacağı önemlidir benim için.
Önce sürgün sonra sahiplenme... Bunu samimi buluyor musunuz?
Bir samimiyet ölçer cihaz yok elimde ama, beni geçelim, bu ülkede Ahmet Kaya şarkılarında buluşan milyonlarca insan adına düşündüğümüzde de bir ülke Başbabakanının kurduğu bir cümle rastgele değil, samimi ve inandığı bir cümle olmalı diye düşünüyorum. Benim samimi bulup bulmamam, az önce söylediğim gibi bu yaklaşımın içinin dolmasına bağlı. Bu büyük ayıbın yanına bir de samimiyetsizlik eklenirse zarar gören yine bu ülke olur. Öte yandan, denklemi de doğru kurmak gerekiyor; sürgüne sebep olanlar açısından bir sahiplenme halâ sözkonusu değil kiÖ Bu memleketin bir zihniyet problemi var, yakın vadede Ahmet Kaya nın topyekün doğru algılanacağını beklemiyorum zaten ama bir Başbakan ın ağzından bunu duymak, o başbelası zihniyetin zamana ve doğru adımlara dayalı olarak değişebilirliği yönünde umutlar da sunuyor. Yeter ki içlerinde Ahmet Kaya da olmak üzere, bu ülkenin değerlerinin kıymeti bilinsin-anlansın ve onlarla ilgili çalışmalar yapılabilsin.
Sürgündeki Ahmet Kaya ile Türkiye deki Ahmet Kaya arasında nasıl bir fark vardı?
Ahmet Kaya, onu Ahmet Kaya yapan tüm yönleri ile yaşıyordu sürgünde. Yine Sosyalistti, yine muhalifti, yine aykırı ve yine tüm haksızlıklara itiraz eden Ahmet Kaya idi. Yine cesurdu ve yine doğru bildiklerini bedeli ne olusa olsun dillendiriyordu. Duruşu buydu! Ona yaşatılanlara karşı haklı hisleriydi. Kırgınlık ve kızgınlık.
İncinebilir
Hangi şartlar olursa Ahmet Kaya nın naaşını Türkiye ye getirir misiniz?
Bu bir anlayış, bir değişim-dönüşüm meselesi. Bu konunun iki ayrı cephesi var. Birincisi şu, Ahmet Kaya buraya getirildiğinde ne olacak? Sorun bitecek mi? Ona yaşatılanların üzeri kapanacak ya da hiç olmamış mı sayılacak? Evet bu olacak! Bu da ona karşı işleyebileceğimiz en büyük günah olacak ve onu incitecek. Bu ülkede olmamış-yaşanmamış gibi yapıp üzerini kapadığımız, halının altına süpürdüğümüz çok pislik var ve biz toplum olarak bu pislik yokmuş yanılsamasıyla yaşamak istiyoruz, bu bizi rahatlatıyor. Oysa var! Sadece görmüyoruz, yüzleşmiyoruz ya da yok sayma yanılsaması bizi rahatlatıyor. Ben bu tarihsel yükü omuzlayacak değilim. Bu yapıldı çünkü! En azından bir daha asla, hiç kimseye yapılmaması için bu sayfa açık kalacak-sorgulanacak! İkincisine gelince; Ahmet Kaya nın bir ülke özlemi vardı. Onun cümleleri ile söylersek Ben tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir ülkenin dürüst bir yurttaşı olarak yaşamak istiyoru. Peki bizim ülkemiz böyle mi? Şu anda iradesini temsil ettiğim o insanı ben böyle bir ülkeye getirmek isterim ki ruhu incinmesin. Bir yurttaş olarak da hem ayıplarımızla, hem kayıplarımızla yüzleşelim istiyorum!
Bayram BALCI
İSTANBUL
Günlük
|