Hrant Dink’e
Bir tarih defterinden dökülüyor yüzleriniz. Dökülüyor, ince yapılı evlerin taşlarına dokunmuş parmaklarınız. Dilimizde gezdirdiğimiz ezginin arasında sızlıyor, sesinizin dalgın mırıltısı. Gölgeleştik bizler, sizi sildikçe hatıramızdan, nenelerimiz anlatımlarından çıkardıkça; kâğıtlara, evraklara boğdukça gerçeğin hükmünü… Gölgeleştik. Gövdemiz coğrafyamızdır.
Kar yağıyor şimdi sanki konuşsan. Hani sesini sakladığım her kutuyu açsam, bir şenlikli kar yağışı başlıyor. Öylesine bir kar yağıyor ki sesinden, dindiriyor bir yüzyıl boyunca kasılan tenimizin ağrısını.
Hrant, ne kadar da kalabalık konuşuyorsun? Seni tek başına anlamak isteyenler işte bu çoğulluğu göremiyorlar; senin sinene dokunan her mermi, bin, yüz bin, milyon can’da uğulduyor. Sen bir Ermeni tragedyasının kahramanı gibisin, Hrant. Kendi uçurumuna yürür gibisin, sesin davudi, aksanın sevecen, duruşun en çok atlasın gibi… Sen Halk çocuklarının gülümsemesini bilirsin, yetimlerin ellerini saklamasını, yaşlı kadınların sürgünden dönüşünü bilirsin, zindanlara doldurulan kardeşlerinin alınlarında ışıldayan sabahları… sen bilirsin kıyımı, sen bilirsin en çok derdest edilmeyi, en sakin sen karşılarsın ölümü… Sen kendi ölümünü dahi bize izah edersin.
Hrant, bu yüzyıl başladığında, henüz dedelerim dahi hayata göz açmamışken, “BİZ” diye bir şey vardı. Biz demek -çağımızın kara perdesi açılmadan henüz- Ermeniler idi, Rumlar idi, Kürtler idi, Türkler idi… Süryani idi, Ezidi idi; Laz, Gürcü, Arabî idi… İbrani idi, Müslüman idi, Hıristiyan idi, Alevi idi… Biz bunlarla mükellef, bunlarla mükemmel idik… Kan girdi şimdi araya, her el bundan sakar artık. Sakarız, suç ortaklığımız gibi sakil, çirkin, izahatsız… Zincirden kopardılar bir bir halklarımızı, kan deryasında uyandı çocuklar, uyanamadı birçoğu. Kadın çığlıkları eritti dağların yalçın sanılan doruklarını. Ev dağıtıldı, su döküldü, “testi kırıldı”. Sen bunu anlattın bize öfkesizce. Oysa yerinde olsam deli olurdum öfkeden, deliyim bak, öfkeden de öte… Çılgıncasına göğsüm doluyor, kardeşlerimin alamadıkları nefeslerle.
Sen nasıl sakindin, nasıl anlayışlı, bir kabahatli yetimi teskin eder gibi babacıl, bir üzgün kardeşine ceketini verir gibi yoldaştın. Gördük seni, ölümünle bize anlattın, nasıl gülümser, cesur ve derin olunacağını. Hrant, senin sesin, o kalabalık sesinden konuşan halkındır. Halkımdır Hrant benim de… Senin güzel yüzünü takınıp sokağa çıkanların da! Yumruk sıkanın, gözyaşı akıtanın, çiçek alıp koşanın da halkıdır. Sen halklaştın, sen aştın insan olma biçimini, yüzüne savrulan nefreti aştın, uzatılan damgalı tehdit mektuplarını aştın, şahadetini karanlık odalarda kutlayanları aştın; bir insanda bir halk olmak, bir tarih olmak, bir gelecek olmak fikrini bize sen anlattın.
Hrant, hâlihazırda o namlunun ucunda nöbetteyiz. Asırlık bir çınarın gövdesi gibi artık çocuklarımız. Öyle çoğul bir yalan dinledik ki, gerçeğe arzu ile bağlanıyoruz. Gerçekleşiyoruz. Gölgemizden de çıkıp sana baktıkça, toprağımıza benziyoruz.
Seni anlatmak değil, anlamakla yükümlü saydım hünerimi. Bir kardeşim saydım, bir ağabeyim; hani yanına bir gelemedik sağlıcaktayken, bir çayını içemedik, sana anlatamadık “bir kız sevdik hani, kavuşamadık” diye… Nehirli sesine geç kaldık; küsmeden, üşenmeden yürüyen heyecanına geç kaldık. Seni bir insan olarak tanımadan verdik toprağa, ama sen Hrant, Halklaştın…
Değil mi ki sen bize geç kalmadın, sen kalabalıklaştın, bizi kucakladın. Binlerce, ışıkla uyuyan kardeşimiz gibi sen de artık bir yemin halini aldın. Kan girdiyse, sızıya kardeş olunacaktır.
Kan kardeşiyiz Hrant seninle. Kan girmesin diye bir daha o gündelik gülüşlere, kardeşleştik. Senin yanında durmak hünerine kavuştuk. Buradayız, omzunun hemen yanında; hırpalanmış gençliğimizle, haylazlıklarımızla, şiirimize düşmüş o uzun kederle, yanındayız.
O tarih defterinden dökülenleri toplayacak ve bir karşı-tarih kuracak olan bizler… Hrant’ı halkıyla, tragedyasıyla anlamakla hüküm giydik. Boynumuza dolanan zincire, mahkeme koridorlarında yankıyan ismimize, zindanlara, yoksulluklara, hayatın kenarlarına savrulmalara aldırış etmeksizin, yürüyeceğiz kar altında.
Şimdi kar yağıyor Hrant, Ararat’a…
**Evren Barış Yavuz**
|