Mahşerden öncesi ve sonrası
Birinci Dünya Savaşı öncesi, Osmanlı topraklarında yaşayan herkes için bir mahşer öncesi gibidir. Çünkü bu topraklarda, özellikle de Anadolu da yaşayan çeşitli dinlerden ve farklı etnik gruplardan olan insanlar, asırlardan beri dost ve komşuluk içinde, birbirlerine düşmanlık etmeden yaşamışlardır. Müslüman unsurlardan başka, Süryaniler, Ermenilerle Rumlar da bu ülkenin bütün imkânlarından faydalanabiliyorlar, Tanzimat a kadarki statülerinden de hiç rahatsızlık duymuyorlardı. Osmanlı zaaf içine girince, Batı Avrupa devletleri sömürgeci niyetlerle bu farklı unsurları bağımsızlık sevdasına sokarak ayrılıkçı fikirleri desteklediler.
Her Osmanlı tebaasına farklı idealler verildiğini bu kargaşadan hemen önce görüyoruz. O döneme kadar tarihte hiç bir zaman gerçekleşememiş Büyük Ermenistan, Büyük Sırbistan, Büyük Arnavutluk, Büyük Yunanistan, Büyük Arabistan gibi hayali ülkeler uğruna gerçek bir Osmanlı barışını tehlikeye soktular. Bu hayaller karşısında İttihat ve Terakki Türkçüleri de Büyük Türkistan hülyasına kapıldı ve Osmanlı yöneticileri ile onların telâkkilerine bağlı aydınlar yalnız kaldılar. Balkanlarla Ortadoğu ve Kafkasya ile Anadolu ateş çemberine düştü.
Her cephede savaşan Osmanlı ordusu, Birinci Dünya Savaşı nın Çanakkale cephesinde son büyük zaferini kazandı, ama devlet bütün gücünü kaybettiği için de savaşta yenildi ve topraklarının önemli bir kısmı işgal edildi. 10 yıl boyunca her cephede savaşan ordunun büyük yenilgisinden sonra başlayan Milli Mücadele ile bu millet küllerinden yeniden dirilircesine Cumhuriyet i kurdu. Bazı bölgelerde isyan çıkararak işgalcilerle işbirliği yapan Ermeni ve Rum çeteleri yüzünden Tehcir ve nüfus mübadelesi oldu, devlet üniter bir yapı kazandı.
Ermeniler "tab a-i sâdıka" adıyla Osmanlı topraklarının her tarafına özgürce gidip gelebiliyor, Bizans döneminde gidemedikleri Marmara ve Ege sahillerinde rahat bir şekilde dolaşıyorlardı. İstanbul ve Rumeli topraklarında ticaret yapabildikleri kadar hariciye ve tercüme odasında başlayan memuriyetlerle Avrupa ile Osmanlı nın ilişkilerini sağlıyorlardı. Fakat son dönemdeki Hınçak ve Taşnak cemiyetlerinin komitacılarıyla ve özellikle de Erivan bölgesinden gelen Kafkas Ermenileriyle Kapadokya bölgesinde barış içinde yaşayan Ermeni halk her bakımdan rahatsız edilmiş, Orta ve Doğu Anadolu da olduğu kadar Marmara bölgesinde de bu rahatsız edilen insanlar Ermeni çeteleriyle Osmanlı yönetimi arasında sıkışıp kalmışlardır.
Orta Anadolu daki Ermeni nüfusun önemli merkezlerinden biri olan Kayseri, Sivas ve Nevşehir de yaşayan insanların bu mahşer öncesi hayatı, Türklerle ve Rumlarla kardeşçe yaşarken araya giren Batı oyunu yüzünden nasıl perişan oldukları konusu her türlü tartışmanın ötesindedir. Bu acıları iki taraf da yaşadığı için, kin ve intikam değil, ortak tarihin hikâyesi olan olaylar, pek çok edebi esere konu edinilecek kadar önemli ve dramatiktir. Tehcir in 100. yıldönümü olan 2015 e hazırlanan Ermeniler, sanat eserleri yoluyla bizi her bakımdan suçlayarak dünya önünde baskı altına almak istiyor. Ermeni Diasporasının propagandasına karşı gerçeği bütün yönleriyle ortaya koymaya çalışarak, bizi hem yakın tarihimizle yüzleşmeye çağırmalı, hem de Ermenilerin tarihle yüzleşmesini sağlamalıyız.
Ermeni mesesiyle de yakından ilgilenen Amerikalı Profesör Justin McCarthy bir konferansında Osmanlı ile Türkiye yöneticilerinin ortak tavırlarından birini değerlendirirken şöyle demişti: "Bir zamanlar, Avrupalı ve dünya, kendini anlatmak için o zamanın dünya gücü olan Osmanlı nın ayağına gelirdi. Ancak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri de Avrupa nın ve Amerika nın lobicilikle yönetildiği bu dönemde Osmanlı alışkanlığından vazgeçememiştir."
Soğuk savaşın ardından yaşanan bu dönemde sanat ve kültür faaliyetlerinin önemi bir kat daha artmıştır. Kendi bölgesinde bir dünya devleti olmaya çalışan Türkiye, ekonomik ve politik atılımlarına sanat ve kültür alanlarındaki yeni projelerle güç vermek durumundadır. Bu alanda yeterince güçlü filmlerle ortaya çıkararak, Ermeniler gibi "büyük devlet" olma hülyalarına düşen başka toplumların da attıkları iftiralarla Türkiye Cumhuriyeti ni suçlu gösterme sevdalarının yanlışlığını ispat edebiliriz. Bunun için de bir mahşeri andıran Birinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan kardeşlik türküsünün bilinmesi ve Osmanlı nın anlaşılması gerekir.
800 yıl Süryani ve Ermenilerle, 400 yıl da Rumlarla yaşadığımız kardeşlik türküsünün bir benzeri yok dünyada... Osmanlıların merhamet ve hoşgörüsü olmasaydı ne Süryaniler, Ermeniler ve Yezidiler yaşayabilirdi dünyada, ne de Balkanlardaki etnik çeşitlilik...
|