Tarihe baktığımızda büyük adaletsizlikler, o adaletsizliklerin yaşandığı anda görülmüyor. Çünkü bir biçimde adaletsizliğe neden olan haksız uygulamalar, zulümler egemen söylemle meşrulaştırılıyor. İnsanlar kandırılıp gözleri bağlanıyor, akılları ve vicdanları bastırılabiliyor. Ancak insanlar bir kez aldatıldığını anladığında ikinci kez de aldatılabiliyorsa orada toplumun duygu ve düşünce yapısında bir zafiyet var demektir.
Bir psikologun yazısında okumuştum, “Bir yıldan fazla hapis yatanlar çıktıklarında özgürlükten korkarlar, çok daha uzun süre hapiste kalmış olanlar içinde ise cezaevine dönmek isteyenler, bunun için suç işleyenler bile çıkıyor” diyordu. İçeride kısa da kalsanız çıktığınızda arabaları geçip caddenin karşısına ulaşmaktan korkarsınız, kalabalıklardan, gürültüden ürkersiniz. Dışarıdaki güneşin doğal aydınlığı gözlerinizi kamaştırır, bakamazsınız, hücrenizdeki floresan ışığının çiğ aydınlığını ararsınız.
Psikologun bu gözlemi toplumumuza da uygulanabilir diye düşünüyorum. Uzun yıllar devletin kuşattığı dört duvar içinde yaşamanın getirdiği bir sonuç olarak bu toplumda aydınlıktan, gerçeklerle yüzleşmekten korkanların olması anlaşılamaz değil. Aynı nedenle aydınlıktan korkanlar içinden suç işlemeyi dahi göze alarak Balyoz darbe planları yapan, uyanışı durdurup toplumu yeniden dört duvar arasında mezarlık huzuruna kavuşturmayı kafasına koyanların çıkması da şaşırtıcı değil. Fakat özellikle demokrat ve sol olarak özgürlüğün esintisine bile hasret kaldığımız bu ülkede, 12 Eylül Anayasası’nın delinmesiyle açılacak gedikten esecek rüzgârın öneminin görülmeyişini anlamakta gerçekten zorlanıyorum.
Tüm bunlara karşın görülmesi gereken başka şeyler de var. Çok önemsenmesi gereken sivil toplum uyanışı var. Bu uyanış yalnızca kendisi için hak talep etme temeliyle sınırlı değil, toplumdaki her adaletsizliğe karşı durma anlamında vicdani uyanış temellidir. Bu çevrelerin anayasada yapılmak istenen değişikliğin anlamını çok daha iyi hissettikleri görülüyor. Bu nedenle inanıyorum ki, siyasetin tepesinde ne eserse essin halk içinde bu değişikliğe evet diyeceklerin sayısı sanıldığından da fazla olacaktır.
Toplumumuzda yeni gelişmekte olan bu çizgiyi yani vicdanî uyanış ve vicdan hareketi çizgisini çok önemsiyorum. Çünkü bu hareketler ve bu düşünce biçimi, siyasetleri, ideolojileri ve inanışları yatay kesen bir işlev görüyor. Yani farklı ideolojiden, siyasetten, inanıştan insanlar farklarına rağmen adalet ve vicdan temelinde ortak tavır ve tepki koyabiliyorlar.
Çok uzun sürmüş olan devletçi baskıların ve daha da önemlisi bu baskılar için uydurulmuş yalan gerekçelerin bir gün geri tepeceğini beklemek de gerekirdi aslında. Yalanlar sonsuza kadar sürdürülemez, insanlar sonsuza kadar kandırılamazlar. Toplumun bir kısmını kandırırısınız önce, yetmez sonra öbür parçasını da. Ve bir kez kandırıldığınızı anladığınızda vicdanınız ötekiler için de yalan söylendiğini sezer.
Mahmut Övür’ün 30 mart günkü Sabah’taki yazısında Aydın’da yapılan Adnan Menderes ile ilgili bir paneli okudum. İlginç olanı, panel öncesinde katılımcı olarak Süleyman Demirel’in çağrılmasına Aydın Menderes karşı çıkmış, “Demirel gelirse ben katılmam” diyerek veto etmiş. “Türkiye o gün tartıştıklarını bugün de tartışıyor” diyerek “Aslolan milletin iradesidir. Demokrasi varsa milli irade vardır” demiş. Aydın Menderes’in tepkisini anlamak zor değil, Menderes ailesi kadar devleti iyi tanıyan aile pek azdır.
Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı, toplumsal vicdanı yaralayan ama aynı zamanda onu uyandıran tarihsel trajedilerden biridir. Bugün vicdanlar soruyor; Neden? Neden idam edildiler? Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamını bugün hakka hukuka uygun bulacak kimseler var mıdır acaba?
Gençtim ama o günleri iyi hatırlıyorum, halk olarak nasıl kandırılmış olduğumuzu da. Ama vicdan bir kez uyanınca Menderes’in idamını da soruyor, 12 Eylül’de yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’i de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını da. Hrant Dink’in katledilmesini de. Orada da durmuyor, uzak tarihin yalanları üstüne de gidiyor; Dersim katliamını da soruyor, köylerinden sürülen Kürtleri de, Ermeni tehcirini de.
Bu demokratik uyanış olmadan, sivil demokrasinin toplumsal dayanakları vücut bulmadan bu anayasa tümden değişse bile egemen siyaset değişemez. O nedenle toplumsal uyanışın yolunu açacak her adım, her özgürlük rüzgârı değerlidir. Zira yasaların kendisi aydınlık getirmez, doğan aydınlık yasalara yansır.
Vicdanî uyanış Batı Aydınlanmasının müjdecisiydi, şimdi bizim yaşadığımız sancılar da öyle. Sancılar kendi Aydınlanmamızı, kendi Rönesans’ımızı doğurma sancılarıdır.
|
Nabi ciğim,
Açtığın konunun önemini senin üslubunla ve yorumların-
la yanıtlayacakların, çok az olduğunun farkındayım.
Bu duyguların bu değerli güzel sözlerle hayat bulması,ta-
rafınızdan inşa etmekte olduğunuz bu anlamlı diyaloğa du-
yarsız kalamazdım.Çünkü kurduğunuz her cümlede yerini tuğ-
la misali yerleşen sözcüklerin etkisinde kaldığımı son de-
rece mutlu olduğumu ifade etmek iterim.
DEMOKRATİK UYANIŞ tan söz ederken bu günlerde de
TBMM nde 1982 Anayasası nın birkaç maddesinin gözümüzün
içine baka baka DEĞİŞTİRİP SORUNLARI ÇÖZECEĞİZ diyerek
uyutmaya çalışanlarla; HAYIR! BUNA DA GEREK YOK! diyen-
ler arasında:HALKA HİZMET EDİYORUZ. Diyenler arasında sa-
dece İKTİDAR SAVAŞI ndan başka çözümler sunulmamaktadır.
Bugüne kadar 1921,1924,1961 ya da malumunuz olduğu gibi
1982 anayasalarından hangilerinin bir SİVİL ANAYASA olduğu-
nu bilen varsa lütfen izah etsin de anlayalım.Çok yazık!
|