30-31 Mart tarihlerinde Midyat’ta sessiz sedasız bir ilk gerçekleşti: “Birinci Uluslararası Süryani Sempozyumu.” Etkinlik, ülkenin batı yakasına, gazetelerin iç sayfalarında yer alan kısa haberler ile bazı televizyonların ekranına düşen renkli görüntüler olarak yansıdı.
Oysa, Midyat’ta haftalardır gündemi oluşturduğu anlaşılan sempozyum, Süryaniler açısından bir dönüm noktasına işaret ediyor. Süryanilerin yüzyıllardır yaşadığı Turabdin’de ilk kez, kendilerine ilişkin ve kendileri tarafından düzenlenen bir konferans gerçekleşti. Ulaşılabilir Yaşam Derneği, Avrupa Süryani Birliği ve İstanbul’da bulunan Mezopotamya Kültür ve Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen, Midyat Süryani Kültür Derneği ile Suriye’den Süryanice yayın yapan Suroyo TV tarafından desteklenen sempozyuma, Deyrulzafaran Manastırı Metropoliti Salibe Özmen, Midyat Belediye Başkan Yardımcısı Tevfik Baysan ve AKP Mardin Milletvekili Nihat Eri katılırken, Başbakan Recep Tayip Erdoğan da bir kutlama mesajı gönderdi.
Sempozyumun, milletvekili Nihat Eri’nin konuşması ile başlaması, Ankara’nın Süryanilerin sesine kayıtsız kalmadığını göstermesi açısından olumlu olduğu ölçüde, demokrasi kavramının vekillerimize ne derece uzak olduğunu sergilemesi açısından umut kırıcı oldu. “Batı’nın Süryaniler ve Nasturileri Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kışkırtması sonucu üzücü olaylar yaşandığını” belirten Eri’nin hâkim mesajı ise “Bunu Süryanilerin iyi bilmesi gerektiği” idi. Bazı seyirciler bu mesajı “Devlet sempozyumun düzenlenmesine göz yumdu ama sakın ola 1915’te neler yaşandığı konusunda resmi söyleme ters düşen iddialarda bulunmayın” şeklinde yorumladılar. Nitekim Eri, “bir süredir bir kısım Süryani diasporanın bazı aşırı söylemlerinin Türkiye’yi rahatsız ettiğinin bilinmesi gerektiğini, tarihte kalmış olayları tek taraflı gündeme getirerek genç nesilleri etkilemenin doğru olmadığını” belirtti. Oysa diasporadan beklenen, Türkiye’nin AB’ye girmesi için “lobi faaliyetleri”nde bulunmasıydı. Böylece devletin bekasının vatandaşlık haklarından önce geldiğinin, o hakları temsil etmekle yükümlü vekillerce ne derece kabullenilmiş olduğu da bir kez daha ortaya çıktı.
Sempozyum boyunca sunulan tebliğler ise din ve kültür temalarına yoğunlaşmıştı. Katılımcıların arasında İlahiyat Fakülteleri öğretim üyelerinin fazlalığı dikkat çekti. Ortaya çıkan tablo, Türkiye’de Süryanilerden çok Süryaniliğin çalışıldığı, bunun ise ağırlıkla Müslüman bilim insanları tarafından İslam içerisinden yapıldığıydı. “İslam’da hoşgörü” algısının sorunsallaştırıldığı son oturumda gerçekleşen tartışmalar,
Süryanilik çalışmalarının farklı sosyal bilim alanlarına açılmasının ve Süryanilerin güncel sorunlarının araştırılmasının önemine işaret etti. Ve tabii, Süryaniler ile Müslümanlar arasındaki tarihsel ilişkinin bir de Süryani araştırmacılar tarafından anlatılmasının gereğine…
Bu konferansın uluslararası olmasından cesaret aldım. Gelmeden önce çok düşündüm, ne demeliyim diye. Bazı şeyleri söylemekten çekiniyoruz.” Bu sözler, Avrupa’da yaşayan bir Süryani’ye ait. Bir yanda, Turabdin’de devletin ve Kürt korucu aşiretlerinin baskısı arasında sıkışmış, ayakta kalma mücadelesi veren küçücük bir cemaat…
Diğer yanda, kendileri, babaları veya dedeleri Turabdin’den sürülmüş veya göç ettirilmeye zorlanmış diaspora… Koşulları farklı da olsa, korkuları ve tedirginlikleri benzer. İlki göç etmemek uğruna ses çıkarmamayı, devlete yakın durmayı seçmek zorunda bırakılmış. Diğeri, Süryanilerin sesini duyurmak için uluslararası alanda faaliyet göstermeye henüz başlamışken, hem bu örgütlenmenin ima ettiği sivilleşmeden rahatsız olan kilise cemaatini hem de ikinci Ermeni lobisi vakasından korkan devleti karşısında bulmuş.
Ancak, her şeye rağmen, her iki gruba mensup az sayıda yürekli Süryani birbirinden ayrı düşmüş bir halkı bir araya getirme cesaretini gösterdi. Midyat’taki buluşma, Türkiye’de son yıllarda edinilen açılımların Süryani cemaatindeki izdüşümüydü. Bir bakıma, işaret ettiği toplumsal dönüşüm açısından Kürt Konferansı ve Ermeni Konferansı ile eşdeğer. Diğer yandan, insani boyutu açısından daha da benzersiz… Echoue (“İşo” okunuyor) Gouriye, örneğin, festivale Suriye’den eşi ve kızı Sima ile katılmıştı. Avrupa Süryani Birliği Genel Başkanı Tuma Çelik de eşi ve kızını getirmişti. Avrupa’dan bir süre önce kesin dönüş yapan Midyat Süryani Kültür Derneği’nden Jakob Gabriel de eşi ve bayramlık giysileri içindeki iki küçük çocuğu ile gelmişti. Midyat’ın civar köylerinde yaşayan Süryaniler, Irak’tan gelen Nasturiler, İstanbul’dan gelen Süryaniler…
Festivali, Avrupa Süryani Birliği yönetim kurulu üyesi Linda Gabriel ile birlikte izledim. Linda, henüz sekiz yaşındayken ailesi ile birlikte Midyat’tan göç etmek zorunda kalmış. Şimdi, tam 28 sene sonra ilk kez geri dönmüş ülkesine. Linda beni diğer Süryaniler ile tanıştırdıkça aynı soruyu soruyordum: “Nereli?” Linda yanıt veriyordu: “Bu soru benim için çok zor. Ben kendimi sadece Süryani olarak hissediyorum. Ne Türk Süryanisi. Ne Suriye Süryanisi. Biz hudut koymadık ki…” Echoue sabırla ekliyordu: “Hepimiz Turabdin kökenliyiz.” Nihayet anladım ki, hayatı anlamlandırmak için sorduğum kategorik soruların karşılığı yoktu. Ulus devletlerin çizdiği yapay sınırlar, Süryaniler için geçmişte olduğu gibi bugün de bir şey ifade etmiyor.
Festivali izlerken, Hrant’ın cenazesinin Türklerin değiştiğini gösterdiğini ve kendilerine umut verdiğini söyleyen Linda’nın sempozyum hakkında söylediklerini düşündüm: “Bu çok önemli bir adım. Süryani olmayanlar bizim haklarımızı savundu. Türkler, Kürtler ve Süryaniler bir araya gelip Süryanileri konuştu. Bu durum, güven olmasa bile umut veriyor.” Gerçekten de bu toplantı, Türkiye’de demokratların yüzlerini nihayet Süryanilere döndüğünü mü gösteriyor? Bunu zaman gösterecek. Tuma Çelik sempozyumun kapanış konuşmasında bu sorumluluğa işaret ediyordu: “Bu bölge, geçmişte acıların yaşanmış olduğu bir yer. Bunların kaynağını bulmamız gerekiyor. Bir Süryani’nin bu sempozyumun yapılması konusunda kaygılanması ne demek? Bu kaygı üzerinde düşünmek gerek.
Dilek Kurban
Agos
|
Bu sempozyum, Süryanilerin kendilerini tanıtma konusunda yapmış oldukları ilk organizasyon olarak kabul edilse de, özellikle Jakop Gabriyel ve arkadaşlarının öncülüğünde gerçeleştirdikleri diğer çalışmalarında hakkını vermek gerekir. 2005 yılı bahar festivali, Midyat Süryani Kültür Derneği faaliyetleri,sportif ve kültürel aktiviteler düzenlenmiştir.Bu konuda Süryani Kadim Cemaatinin dini ve sivil unsurlarının fedakarlıklarını kayda geçirmek gerekir.
Süryanilerin topluluk dışında tanınma sorununun yanında, cemaatin kendi içinde tanıtma yöntem ve teknikleri konusunda sorunu doğru algılama problemi olduğunu düşünüyorum.Bu sorunun çözüm başlangıcının da cemaat içerisinde birlikteliğin sağlanması olacağına inanıyorum. Çok önemli bir adım olduğunda müşterek olduğumuz sempozyumun, cemaat içerisinde yeterince değerlendirilmediğini görmek mümkün.
Tüm katılımcıları tebrik ediyorum.
|