Kaynak: Bianet
Yer: Türkiye
Tarih: 7.9.2007
Bia Haber Merkezi - İstanbul
06 Eylül 2007, Perşembe
Yüzleşme Derneği ve İnsan Hakları Derneği (İHD) 6-7 Eylül olayları ile ilgili basın açıklaması yaptı. Her iki dernek de 52. yıldönümünde 6-7 Eylül 1955’te yaşanan olayların neden ve sorumlularının açıklanmasını ve "Türkiye’nin kendi yurttaşlarının bir kesimine karşı giriştiği bu planlı provokasyon eyleminden dolayı, mağdurlardan özür dileme erdemini göstermesini" istedi.
"Utanç verici bir gaddarlık örneği"
Yüzleşme Derneği açıklamasında "İki gün boyunca devam eden olayların başlangıç sebebi Atatürk’ün evini Rumlar Bombaladı iddiasıydı. Olaylar boyunca, zabıtlara göre üç kişi öldü, 30 kişi yaralandı, 73 kilise, sekiz ayazma, iki manastır, bir fabrika, 3 bin 584’ü Rumlara ait olmak üzere 5 bin 538 ev ve işyeri yakılıp yıkıldı, yağmalandı. Olay, rakamların ortaya koyduğundan çok daha büyük ve utanç verici bir gaddarlık örneğiydi" dedi.
"Sonraki yıllarda adını daha sık bir şekilde duyacağımız kontrgerilla nın tipik kitlesel provokasyon eylemlerinden biriydi. Benzer olaylarda görüldüğü gibi, 6-7 Eylül olaylarını da, dönemin hükümeti, komünistlerin çıkardığını iddia etmişti."
Dernek, "Sonraki yıllarda, yüksek rütbeli bir Türk bürokratı, Atatürk ün evinin 6-7 Eylül Olayları nda bir gerekçe olarak kullanılmak amacıyla MİT mensupları tarafından bombalandığını itiraf edecekti. İngiliz ve Alman kaynakları, olaylarda hükümet ve devlet yetkililerinin de doğrudan payı olduğunu iddia etmişlerdi" diye ekledi.
Dernek, olayların uzun dönemli sonuçlarını da şöyle özetledi:
6-7 Eylül olayları sonucunda, Türkiye de yaşayan Rum azınlık, neredeyse yok oldu. Baş gösteren göç dalgası sonucunda, onbinlerce Rum, doğdukları, büyüdükleri, çalıştıkları toprakları terk etti.
Resmi rakamlara göre; 1924 yılında sadece İstanbul da sayısı 200 bin dolayında olan Rum nüfus, bu olaydan sonra trajik bir düşüşe geçti. 2005 yılı itibarıyla İstanbul daki Rumların sayısı bin 500 civarında…
"Türkiye içerisine girdiği demokratikleşme yolunda sağlam ve güvenli bir şekilde yürüyecekse, kendi tarihiyle ve gerçekleriyle yüzleşme cesaretini göstermek zorundadır. Çünkü kendi gerçekleriyle yüzleşmeden, geleceğini doğru inşa etme olanağı yok."
"Demokratikleşmenin önünde engel"
6-7 Eylül olaylarını "İttihatçı zihniyetin, Türkiye de yaşayan azınlıklara yönelik en önemli provokasyonu" olarak değerlendirilen İHD nin açıklamada da şu ifadelere yer verildi;
"Olayların arkasındaki asıl güç hiçbir zaman açığa çıkartılmadı. Her toplumun tarihinde acılı ve utanç verici şeyler olabilir. Önemli olan özür dilemesini bilmektir.Tam 52 yıldır bu topraklarda yaşayan halklar özür bekliyor. Biz insan hakları savunucuları olarakyaşananlardan duyduğumuz utancı ifade ediyor sorumluların artık açığa çıkartılmasını istiyoruz."(NK)
|
Kaynak: Birgün
Yer: Türkiye
Tarih: 16.9.2007
6-7 Eylül 1955 bu tarih bir jelaketin nasıl yaşandığını ve neleri yaşattığını anlatıyor hepimize. Fazla söze gerek yok. Biz ne kadar an-latsak eksik kalacak yaşanılanlar. O yüzden felaketi bizzat yaşamış üç kişi anlatsın istedik. Garauaryanlarla 7 Nisan 2004 günü Los Ancjeles ta konuşmuştum. Bu anlatılanlar bu yıl sonuna doğru yayınlayacağım "Anadolu nun Evlatları" adlı kitabımın bir bölümü.
YAŞAYANLAR ANLATIYOR
Ohannes Garavaryan ve eşi Karinen Garavaryan ile 3 Nisan 2004 günü Los Angeles te tanıştık. Amerika nın altı eyaletinde bir dizi okuma ve söyleşi yapmak için gitmiştim. Havaalanında eşiyle birlikte karşılamıştı beni ve eşimi. Bizi dört gün misafir ettiler. Yemekte, yolda, sokakta laf lafı açmış; geçmişi, geleceği; uzak ve yakın günleri; hayatın akışındaki küçüklü büyüklü hatıraları konuşmuştuk.
Ohannes Garavaryan, İstanbul da Vakko gibi ünlü hazır giyim şirketinde çalışmış, yurtdışında birçok giyim fuarlarında şirketini temsil etmiş. Hali vakti yerindeyken, birgün gözleri arkada kalarak ayrılmış doğup büyüdüğü vatanından, toprağından, insanlarından...
Eşi Karmen ile birlikte Amerika da sıfırdan kurmuşlar hayatlarını. Çok çalışmışlar. 2004 yılına geldiğinde günde on-bin parça giyeceğin temizlendiği iki temizlik fabrikasının sahibi olmuşlar. Los Angeles in mutena bir semtinde güzel bir ev satın almışlar. Ama gene de yüreğinde bir hüzün, gönlünde bir hasret, ağzının tadında bir eksiklik var. İstanbul deyince, gözlerinin önünden mavi bir su akıyor İstanbul şarkıları içinden. Amerika ya geleli neredeyse kırk sene olmuş. Ama "Ben Amerikalıyım!" demiyor; Kınalı Ada derken koskoca Marmara denizinin sularını dolduruyor kalbine. Kalbinin yarısı İstanbul da kalmış. Koskoca Atlantik Okyanusu, Marmara nın yanında bir damla görünüyor hâlâ gözüne!
İŞTE HİKÂYESİ...
"Ohannes Ağabey, neden geldin buralara?" Şu anda 67 yaşındayım. 1937 de İstanbul da doğdum. Çocukluğum, gençliğim İstanbul da geçti. Ben orada var oldum. Burada ise varlığımı sürdürüyorum. Gözlerimi kapayıp geçmişimi düşündüğümde o güzel İstanbul da geçirdiğim güzel çocukluk ve gençlik günlerimi ve hiç unutamadığım korkunç acılarımı hatırlıyorum.
6-7 EYLÜL 1955 HADİSELERİ
Yaşım 18 olmuştu. Korku ve tedirginlik içinde dükkânı kapattım. Beyazit Kapı-sı ndan çıkmamla, korkunun beni sarması bir oldu. Gördüğüm manzara korkunçtu. Koskoca Beyazit Meydanı nda her gün gördüğümüz, alışa geldiğimiz hiçbir şey yoktu. Ne tramvaylar çalışıyordu, ne otobüsler! Taksi, dolmuş da yoktu. Ne yapacağımı şaşırdım. Bir müddet sağa sola koşturdum. Kurtuluş taki evimize gitmek için vesayit aradım. Galata Köprüsü açılmıştı! Karaköy e geçmek imkânsızdı. Haliç yönüne giden tek tük taksiler üst üste insan doluydu. Yer bulup binmek imkânsızdı. Geçen her dakika, sanki beni ölüme yaklaştırıyordu. İnsanlar köprünün başında korku ve telaş içinde bekleşiyordu. Bir müddet sonra kayıkçılar Karaköy e insan taşımaya başladılar. Sekiz on kişilik kayıklara on beş yirmi kişi doluyordu. Tehlikeyi göze alarak bir kayığa bindim. Karaköy iskelesine ayak bastım. Hemen Yüksek Kaldırım a doğru koşturdum.
Bir an evvel Kurtuluş taki evimize ulaşmak istiyordum. Gördüğüm manzara korkunçtu! Ellerinde baltalar, balyozlar, büyük büyük sopa ve demir çubuklar olan gözü dönmüş insanlar, grup grup dükkânlara, mağazalara saldırıyor. Kepenkleri, camlan, kapıları kırıyor, içindekileri yağmalıyor ya da sokağa atıyordu. Korkumdan bir grubun içine girdim. Onlarla birlikte yürümeye başladım. Her grubun başında emir veren bir kişi vardı. Yağmacılar başkanlarının emrine uyuyor, her dükkânı değil, önceden işaretlenmiş belli dükkânları, mağazaları kırıp yığıyor, içindekileri yağmalıyorlardı. Tünel çıkışının önündeki meydanda askerler sıra sıra, ellerinde silahlarla bekliyorlardı. Gözlerinin önünde dükkânları kırıp yığan, malları yağmalayanlara hiç karışmıyorlardı.
"Ne bekliyorsunuz? Bu yağmacılara, bu çapulculara neden engel olmuyorsunuz?" diye soranlara; "Henüz bize durdurun emri gelmedi!" cevabını veriyorlardı. Eve varınca annem boynuma sarıldı. Benden sonra ağabeyim ve babam geldi. Babam gelir gelmez, "Bütün ışıkları yakın! Türk Bayrağını çıkarın, balkondan aşağı sarkıtın! Bütün pencereleri açın!" dedi. Annem hemen bayrağı balkona astı. Babam balkona çıktı, bayrağın arkasına oturdu. Sabaha kadar yanan evlerin, kiliselerin alevlerini, dumanlarını seyrettik. Alevler İstanbul un gecesini kızıla çeviriyordu. Etraftan insan çığlıkları geliyordu. Bu hadislerden sonra ailem beni bir müddet Paris e gönderdi. İki sene kadar Paris te terzilik öğrendim. Ben tekrar İstanbul a döndüm. Askere aldılar. Sivas ta Dekovil Tepe de önce piyade sınıfında, sonra Bando takımında askerlik görevimi yaptım. Askerlikten sonra Vakko ya girdim. Erkek reyonunda beş yıl çalıştım. 6-7 Eylül hadiselerini planlayanlar, "Başarılı bir opereasyondu" diyerek öğünçle anlatıyorlar gazetelerde yaptıklarını. Hiçbirine tek bir hesap sorulmadı! Her şey yapanın yanında kâr kaldı. Kolay mı bir insanın kendi yurdundan, kendi toprağından kopması? Kolay mı bir insanın otuzundan, kırkından sonra bilmediği bir toprağa gelip de kök salması?
ARJANTİN DEN BİR MEKTUP
Seta Afacan yy yaşında. Buenos Aries te yasıyor. Seninle Güler Yüreğim adlı kitabımın Türkçeden İspanyolcaya çevirisinde büyük emeği geçti. Üç ay önce doktorlar bir ayağını dizinin üstünden kesmek zorunda kaldılar. Tedavisi hala sürüyor. İletişimimizi mektupla sağlıyoruz. Gönderdiği mektuptan dip notlar: Buenos Aries, og.08.2007 Çok sevgili kardeşim Kemal, Ümit ederim ki, 5. mektubumu da almışsındır. Yorgunluğunu attın, şimdi artık günlük hayatına devam edeceksin.
Seninle Güler Yüreğim in Türkçesini beşinci defa olarak okudum. Şimdi Er-menicesini okumaya başladım. 6-7 Eylül 1955 e ait sana verilen malumatlarda yanlışlar var. Dükkânları kıranlar çapulcular değildi, köylülerdi. Anadolu da köylerde camilerde imamlar halkı ayaklandırıyor, "Gavurlar Atamıza küfür ediyorlar, gidelim, haklarından gelelim!" diyorlardı. İstanbul a yakın köylerde yaşayan bazı köylüler ellerinde kazmalar, ayaklarında çarıklarla kamyonlarla, trenlerle İstanbul a taşınmışlardı. Bunların birçoğu saat 17.00 -18.00 sularında Tak-sim de başlayan mitinge getirilmişlerdi.
Miting sırasında Selanik te Atatürkün evine bomba atıldı!" haberini yaydılar. İnsanları galeyane getirdiler. "Biz de gidelim, onların hadlerini bildirelim!" dediler. Kışkırtılmış, gözleri dönmüş kalabalıklar Taksim den başlayıp Beyoğlu na doğru kırıp yıkmaya, yağmalamaya başladılar. Şalvarlarını pantalonlarla, çarıklarını ayakkabılarla değiştirerek Karaköy e, oradan da başka semtlere gittiler. Tabii bu arada çapulcular da istifade ettiler.
6 Eylül akşamı kocamın kardeşi telefon etti. Kocama olanları bildirdi. "Yarın sabah erkenden dükkâna git" dedi. Ben derhal dükkâna telefon açtım. Meşgul veriyordu. O ara Beyrut tan annem, ağabeyim ve karısı bizde idiler. Camın arkasından karşı arsaya bakıyorduk. İleride inşaat vardı. İşçiler toplanmış konuşuyorlardı. Eve girerler diye korkuyorduk. Nasıl sabah ettik, hatırlamıyorum. Sabah çok erken kocam arkadaşı Orhan ile birlikte Sirkeci ye indiler. Köprüyü geçip dükkâna varıyorlar. Demir kepenk yarı açık, camlar kırık... Zavallı bekçi ağlıyor. Elektrikler kesik olduğundan lambaları yakamamışlar. Karanlıkta kendilerine yarayacak bir şey bulamamışlar. Rafları kırıp yığmışlar.
51 sene oldu! İki sene evvel İstanbul a gittiğimde hiçbir şey görmek istemedim. Sadece Marmara Denizi nin havası, Adalar ve Boğaziçi... Gerisi bana yabancı geldi. Şişli Ermeni Mezarlığındaki babamı ziyarete gitmedim. İşte böyle Kemalci-ğim! Burada bizim Ermeni Mezarlığının semti pek güvenli değil. Ben iki kişilik yer almıştım. Fakat ben buraya gömülmek istemiyorum! Öldükten sonra bedenimi yakıp okyanusa dökmeleri için yazılı bir vasiyet bırakmışımdır... Belki okyanusa dökülen küllerimden birkaç damla İstanbul a varır!!!
|