‘Farklılıklar, birbirimize muhtaç olmamızı isteyen ilahi tasarının gereğidir. Farklılıklar, sosyal adaleti özendirmeli, insan onurunu yüceltmelidir. İnsana saygı, başkasını bir başka kendisi olarak görmeyi ve o kişinin özünde bulunan onurundan kaynaklanan temel haklara saygıyı gerektirir.´´
Genel anlamda adalet, herkesin hakkının gözetilmesi, kimsenin başkasına zarar vermemesi anlamına gelen insani bir duygudur. Her konuda olduğu gibi, toplumsal yaşamın teminatı anlamına gelen adalet konusunda da göreceli yaklaşımlar mevcuttur. Bu göreceli yaklaşımlar içinde en çok kabul gören tanımlaması III. yy´da yaşamış Romalı Hukukçu Ulpianos´a aittir. Der ki; ‘‘Adalet, şerefli yaşamak, başkasına zarar vermemek, herkese hakkını vermektir.´´
En yüksek erdem olan adalet, ahlaki değerler arasında en kutsal olanıdır. Akıl ve vicdandan oluşan, insanı yaşama bağlayan ve yaşamın kurallarında sınırlayan güçlü bir bağdır. Güçsüz ve zayıfları kollayan/koruyan bu bağ, Süryani kültüründe‘‘sana yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi sen de başkasına yapma´´ anlamlarından örülüdür. Bu anlamlar gücünü, ‘‘Komşunu kendin gibi seveceksin´´ (Matta19: 18)ve ‘‘İnsanların size ne yapmalarını istiyorsanız, siz de onlara öyle yapın´´ (Luka 6: 31) mantığından almaktadır. Ayrıca, ‘‘insanlığa hizmet eden Allah´a en yakın olandır´´ mantığından yola çıkan Süryani düşünürleri/yazarları ‘‘adalet´´ konusunda çok kafa yormuş ve farklı eserlerde birbirini tamamlayan farklı düşünceler/yorumlar üretmişlerdir.
O düşüncelere göre, insanı tamamlayan, insana yardımcı olan, insana katkı sunan her şey, adaletin tamamlayıcı unsurları arasındadır. Hayata/insana zarar vermemeyi, zarar eklememeyi ret eden adaletin ahlaki temeli merhamettir. Onun için adalet, merhametli farkındalıkla daha çok kökleşir ve daha çok hayatiyet kazanır. Çünkü evrenin/yaşamın merkezinde adalet var. Bu adaletin içinde kötülük ve kötülüğün türevleri yok. Önyargı, sömürü, istismar gibi insana zarar veren hiçbir olumsuzluk bulunmaz. Onun için adalet, çok hassas bir kantar gibidir. Ayarlarıyla asla oynanmamalıdır. Oynandığında herkesi yanlış tartar.
Süryani kültürüne göre, din ile sosyal adalet kavramı arasında güçlü ve derin bir bağ var. Bu bağ, ahlaki ihtiyaçların ve vicdani değerlerin bir işlevidir. Bu bağ insandan/ insanlıktan türediği için, adaletin pekişmesi, ‘‘insan ve ahlak´´ konusunun fikren ve ruhen özümsenmesine bağlıdır.
Din, ahlaki değerleri, güvenli ve istikrarlı bir toplumda yaşamanın temel dayanağı kabul eder. Hayata ahlaki değerlerini yüklemeyi, gelecek kuşaklar adına bu uğurda çaba gösterenleri teşvik etmeyi emreder. Sosyal adalet ise, var etmeyi ve yaşatmayı esas aldığından, sadece insanların hayatta kalmalarıyla değil, büyümeleri ve gelişmeleriyle de ilgilenilmesini zorunlu kılar.
Din, barışı, güvenliği, eşitliği sağladıkça, sosyal adalet sağlam temellere oturur. Başarılı bir sosyal adalet ise, dinsel ve ahlaki geleneklerin doğruluğunu pekiştirir.
İnsana hizmeti kutsayan Süryani kültürünün yaklaşımlarında sosyal paylaşım esastır. Bu paylaşım, sosyal adaletin temel payandasını oluşturmaktadır. Bu anlayışa göre, devletler ve kurumlar, aynı organizmanın farklı organları gibi insanların hizmeti ve dayanışması için var. İnsanlık da büyük bir aile gibidir. Bu organizmanın farklı organları ve bu ailenin farklı üyeleri birbirlerini karşılıklı bağımlılık anlayışıyla devamlı onurlandırmalıdır, adaletin gereklerini yerine getirmelidir. Farklı bakışlar, farklı algılamalar, farklı yaşam biçimleri olsa da, sosyal adaleti harekete geçiren etkenler Rabbin doğrularıyla uyumlu olursa, insanı ve toplumu insana yaraşır bir düzeye yükseltir. Çünkü adalet, doğru şeyleri düşünmekten, söylemekten ve yapmaktan ibaret değildir. İnsani eylemlerin tamamıyla ruhsal gerçeklere ve Rabbin isteğine uygun olmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, sosyal adalet, toplum ile toplumsal dinamikler arasındaki ilişkileri düzenler. Toplum üyelerinin arasındaki eşitsizliğin somut yansımalarından yola çıkarak yapılması gerekenlerin çerçevesini çizer. Bir bütünün parçası, üyesi olarak herkese düşen hak ve yükümlülükleri tayin eder. Onun için sosyal adalet, çoğulcu demokrasinin dayanağı ve itici gücü olarak kabul edilmektedir.
Hayat, maddi ve manevi dünyanın gereklerine göre şekillendiği için, sosyal adalet bu iki dünyanın temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla gelişir. Bu iki dünya arasındaki dengenin sağlanmasıyla daha çok serpilir ve yayılır. Adalet, insani yükselişin ruhsal ve sosyal temellerini güçlendiren gerekçeleri/erdemleri keşfetmeyi/yaşatmayı gerektirmektedir.
Hayatın akışı içinde eksikliği çok hissedilen değerler, daha çok kavramsallaştırılmaktadır. Daha çok konuşulmaktadır. Adalet bu değerlerden biridir. Adalet, bütün alanlarda hep arzulanandır. Yaşamı kuşatması için uğrunda devamlı mücadeleler verilmiş ve verilmektedir. Çağrışımları, düşünceleri motive ediyor olsa da, yaşam pratiği içinde yeteri kadar işlerlik kazanmadığından, toplumsal hayatta zorluklar yaşanmaktadır. Mevcut eksiklikler, dinsel, sosyal, eğitimsel, siyasal alanda daha çok çalışılmasının gerekliliğini göz önüne sermektedir.
Adaletin yolu az seçilen sevgi yoludur. Sorumluluk yoludur. Özgürlük yoludur. Dayanışma ve yardımlaşma yoludur. Başkalarını olduğu gibi kabullenme ve anlama yoludur. Üretim yeteneği ile üretim arasındaki dengeyi sağlama yoludur. Adaletin yolu dar ve engebeli olsa da, ruhsal bir uyanışla içsel dünyada başlayan, bireysel, toplumsal, siyasal düzlemde akması gereken bir can suyu gibidir. Onun için, Süryani kültürüne göre, önce insanın iç dünyasında şekillenmeli ve yaşamın bütün alanlarına sirayet etmelidir. O salt günlük konuşmalara ve ibadetlere sığdırılmayacak kadar derindir. Rabbin doğrularına yakın olmayı gerektiren, hayatın her alanında yaşanması gereken bir anlayıştır. Düşüncede ve ruhta devamlı yenilenmeyi gerektiren bir süreçtir.
Yukarıda bahsedilen insanın içindeki bu yollar, düzleşmediği müddetçe, dış dünyada ve sosyal yaşamda adaletin sağlanması kolay değildir. Onun için sosyal adalete dair farkındalığı geliştirecek yollarda yürünmelidir. Ruhlar ve düşünceler büyüdükçe, bu yolun darlığı genişleyecek ve rahatlayacaktır.
Günümüzde yaşanan sosyal, ekonomik, siyasal çalkantılar, maddi dünyadan gönül dünyasına götüren bir yol bulmanın, bulunacak yolda yeniden ruhla buluşmaya gayret etmenin gerekliliğine işaret etmektedir. Çünkü insanlık kendini keşfettikçe, ruhuna yaklaştıkça, sosyal adaletin temelleri sağlamlaşacaktır. Sosyal adaleti ve barışı sağlamak için Allah´ın bize bağışladığı en muhteşem güç, düşüncelerimizi değiştirme ve geliştirme gücüdür. Sosyal adalet, yerleşik düşüncede, algılamalarda değişiklik yapmakla, yeni bir şeyler yapmaktan çok, yeni bir şey olmakla gelişir.
Sosyal adaleti egemen kılma adına yapılan her hizmet, her iyilik, her türlü yardımlaşma ve dayanışma, fani dünyada yaşamanın bir bedeli ve kirasıdır. Sosyal adalet anlayışına güç katmaktadır. Sosyal adalet ya da sosyal sevgi, iyiliklerin dağıtımında ve emeklerin karşılanmasında daha çok ortaya çıkmaktadır. Sosyal adalete özgü anlamların sosyal yansımalarının daha çok güçlenmesi için bütün yaklaşımlar/inançlar, ‘Allah ve İnsan sevgisinde´ daha çok buluşmaya gayret etmelidir. Bu sevgi en büyük toplumsal buyruktur. Başkalarına ve onların hakkına saygıyı gözetir. Kendinden vermeyi teşvik eder: ‘‘Canını esirgemek isteyen onu yitirecek. Canını yitiren ise onu yaşatacaktır´´ (Luka. 17, 33).
Sosyal adalet kamu yararının gözetilmesine, insanların hak ettiğini elde etmeye yarayan koşulların yaratılmasına ve uygulanmasına bağlıdır. Bu da ancak hakkaniyet ölçüleri içinde insan onuruna saygı gösterildiği zaman gerçekleşir. İnsana saygı, yüce bir yaratık olma onurundan gelen hakları gerektirir. Bu haklar, toplumdan önce vardır ve onun tarafından benimsenmelidir. Bu haklar her otoritenin ahlaki meşruluğunun temelini oluşturmaktadır. Kendi pozitif yasamasında bu hakları hiçe sayan ya da onları tanımayan bir toplum, kendi içinde sosyal adaleti gerçekleştiremez.
Sosyal adalet şu ilkeye uymakla daha çok mümkün hale gelmektedir: Herkes hemcinsini farklılık gözetmeden bir başka kendisi olarak görmelidir. Onurlu bir şekilde yaşaması için gerekli imkânları göz önünde bulundurmalıdır. Bir başkasını kendisi gibi görmek, başkasını yakını olarak görmek, ona aktif bir şekilde hizmet etmek, bu başkası hangi alanda olursa olsun sıkıntı içindeyse bu daha çok önem kazanır. ‘‘En basit kardeşlerimden biri için her ne yaparsanız, bunu benim için yapmış olursunuz´´ (Matta 25, 40). Çünkü insan dünyaya yaşamının gelişmesi için gerekli imkânların tümüne sahip olarak gelmez. İnsan devamlı başkalarına muhtaçtır. Hayatın özündeki bu ihtiyaç, aradaki farklılık, yaşa, fiziksel yeterliliğe, akli ya da ahlaki yetenekliliğe, herkesin sahip olduğu nimetleri başkalarıyla paylaşmasına, birbirleriyle ilişkili zenginliklerin dağıtımına bağlı olarak meydana çıkmaktadır. Çünkü ‘‘yetenekler, kabiliyetler, beceriler´´ eşit dağıtılmamıştır (Matta. 25, 14). Yaşamda var olan ihtiyaçlar, göze çarpan bu farklılıklar, herkesin ihtiyacını başkalarından karşılamasını, özel yeteneklere sahip olanların da iyiliklerini ihtiyacı olanlara dağıtmalarını isteyen Rabbin tasarısı gereğidir. Farklılıklar ve benzemezlikler insanları yüreklendirmek/onurlandırmak için var. Paylaşmaya, teveccühe ve bağışlamaya zorlamalıdır. Kültürlerin ve inançların zenginleşmesini teşvik etmelidir.
‘‘Aranızda kim büyük olmak istiyorsa, hepinizin hizmetkârı olsun´´ (Matta 20: 26) anlam derinliğinden esinlenecek olan bir adalet anlayışı, istihdam ettiği ve hizmet ettiği insanlara, iş gücünün tamamlanması için gerekli bir alet gözüyle değil, organizmanın devamlılığını sağlayan bir organ gibi bakmayı geliştirecektir.
Adaletin pekişmesi için yakınlaşmak ve anlaşılmak çok önemlidir. Politikacılar, din adamları, eğitimciler, düşünce insanları, işitsel ve görsel medya, sosyal adaletin düşüncelerde ve uygulamalarda daha çok etkin olması için, göze çarpan kayıtsızlığı ve eksikliği her zaman dile getirme sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Politik, sosyolojik, coğrafik, kültürel etkenlerin neden olduğu gerilimleri bir çırpıda gidermek mümkün değildir. İnsanlar, kısıtlayıcı ve dışlayıcı bütün yaklaşımları atıp, yerine Rabbin kutsadığı kucaklayıcı anlayışları ikame edebilirlerse, sosyal adaletin etkileşimlerinde yaşanan olumsuzluklar daha çok azalacaktır. Sosyal algılamalar dönüşecektir. Aynı organizmanın farklı organları olarak, yaşamın bütünlüğünde tamamlama ruhu daha çok ortaya çıkmış olur.
Bencilce davranan kendini beğenmiş tutumlar, üstünlük taslamaları, korkular, önyargılar gerçek kardeşliğe dayanan bir toplumun oluşmasına engeldir. Hiçbir yasama bu davranışları kendi kendine yok edemez. Bu tür tutumlar, -(inancı, kültürü, etnik kökeni )- ne olursa olsun, insanı kendimiz gibi gören bir yaklaşımla ortadan kalkar. Siyasi otorite, özgürlük ve sorumluluk ruhundan türeyen ahlaki bir güçle, bu ilkeyi gözeterek kamu yararına hizmet etmesi, toplumsal huzursuzlukların önünü tıkayacaktır.
Aslında sosyal adaletin gelişmesi ve serpilmesi bir anlamda düşüncelerin iyileşmesine bağlıdır. Bu da ancak evrensel bakabilen derin bir bakış açısı geliştirmekle mümkündür.
Kendi değerini, sınırlarını anlayanlar, kendini geliştirebilenler, sosyal adaletin güçlenmesini isteyenlerdir. Başkalarını da kendisi gibi kabul etmekle kalmaz, Allah´a ulaşma yolunun da buradan geçtiği bilinci içinde sorumlu davranır, sahip çıkar, değer verir, ruhsal iyilikleri paylaşır, yardımlaşır ve dayanışma içinde olur. İnsanın gerçekten hizmetinde olacak toplumsal değişimleri elde etmek için, insanın ahlaki ve ruhsal yeteneklerine çağrıda bulunmayı görev bilir.
Çünkü çok iyi bilirler ki, insanlar arası eşitlik, insan onurunun ve bu onurdan doğan hakların gözetilmesine ve bu doğrultuda tutarlı bir anlam bütünlüğünün geliştirilmesine bağlıdır.
Yine çok iyi bilirler ki, adaletin kol gezdiği bir toplumda/dünyada insan insana yurt ve sığınaktır. Çünkü adaletli insan bütün varlığa yardımcıdır.
Denildiği üzere, ‘‘Ebediyen iyi olan, çıkarımıza olan değil, adalete uyandır.´´
Yazar: Malfono Yusuf Beğtaş ; Güncelleme Tarihi: 18 Kasım 2019